My Photo
Name:
Location: ANKARA, Türkiye

Saturday, September 30, 2006

30 EYLUL 2006 CUMARTESI GUNLU GAZETELERDEN BASINDA YARGI HABERLERI

OZDERIN,M.

msn : ozderin@hotmail.com

30 Eylül 2006 Tarihli ve 26305 Sayılı Resmî Gazete


MEVZUAT

YÜRÜTME VE İDARE BÖLÜMÜ

MİLLETLERARASI ANDLAŞMA

2006/10881 İslam Kalkınma Bankası’nın Sermayesinin Artırılmasına İlişkin Karar’ın Onaylanması Hakkında Karar


BAKANLAR KURULU KARARI

2006/10995 Mersin Üniversitesi Rektörlüğüne Bağlı Olarak Silifke Uygulamalı Teknoloji ve İşletmecilik Yüksekokulu Kurulması Hakkında Karar

BAŞBAKANLIĞA VEKÂLET ETME İŞLEMİ

— Başbakanlığa, Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali ŞAHİN’in Vekâlet Etmesine Dair Tezkere

HÂKİMLER VE SAVCILAR YÜKSEK KURULU KARARI

— Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna Ait Karar

YÖNETMELİKLER

— Mesire Yerleri Yönetmeliği

— Bazı Akademik Kadrolara Öğretim Elemanı Dışındaki Kadrolardan Naklen Yapılacak Atamalarda Ya Da Açıktan Atamalarda Uygulanacak Merkezi Sınav ile Giriş Sınavlarına İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik

— Akdeniz Üniversitesi Alkol ve Madde Bağımlılığı Araştırma ve Uygulama Merkezi Yönetmeliği

TEBLİĞLER

— Gelir Vergisi Genel Tebliği (Seri No: 258)

— Serbest Muhasebecilik, Serbest Muhasebeci Mali Müşavirlik ve Yeminli Mali Müşavirlik Kanunu Genel Tebliği (Sıra No: 39)

— Sürücü Adayı Sağlık Raporu Düzenlenmesi Hakkında Tebliğin Yürürlükten Kaldırılmasına Dair Tebliğ

— İşkolu Tespit Kararı (No: 2006/66)

YARGI BÖLÜMÜ

ANAYASA MAHKEMESİ KARARLARI

— Anayasa Mahkemesinin E: 1999/8, K: 2006/42 Sayılı Kararı (Siyasî Parti Malî Denetimi ile İlgili)

— Anayasa Mahkemesinin E: 2002/20, K: 2006/47 Sayılı Kararı (Siyasî Parti Malî Denetimi ile İlgili)

— Anayasa Mahkemesinin E: 2003/38, K: 2006/48 Sayılı Kararı (Siyasî Parti Malî Denetimi ile İlgili)


Başsavcılık, Birinci kararını temyiz etti

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, yargı kararını uygulamadığı için aldığı hapis cezası ertelenen Milli Eğitim Bakanlığı Müsteşarı Necat Birinci`nin dosyasını temyize götürdü
Gökçer Tahincioğlu - Ankara
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, Karaman İl Milli Eğitim Müdürü Mazlum Altınkaya hakkındaki yargı kararını uygulamadığı için hapis cezasına çarptırılan, ancak cezası ertelenen Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) Müsteşarı Necat Birinci`nin dosyasını temyiz etti. Başsavcığın itirazı kabul edilirse, çıkacak karar, aldıkları cezalardan ertelemelerle kurtulan ve aynı suçu işlemeye devam eden çok sayıda bürokratı etkileyecek ve yargı kararlarının uygulanması konusunda caydırıcılık sağlanabilecek.
AKP`nin iktidara gelmesinden bu yana, müsteşarlar ve valilerle ilgili davalara bakmakla yetkili Yargıtay 4. Ceza Dairesi`ni en fazla meşgul eden bürokrat Birinci oldu. Daire, geçen yıl, görev yerini değiştirdiği bürokratı yargı kararına rağmen görevine iade etmeyen Birinci`yi hapse mahkum etmiş, paraya çevirdiği cezayı ertelemişti. Daire, geçen hafta da görevinden alınan Karaman İl Milli Eğitim Müdürü Mazlum Altınkaya`yı yargı kararına rağmen görevine iade etmediği gerekçesiyle Birinci`yi 5 ay 25 gün hapse mahkum etmiş, bu ceza da paraya çevrilerek ertelenmişti.
Yine ertelendi
Daire, önceki gün de Birinci`yi, yargı kararlarına rağmen 2 yıl içinde 7 kez görev yeri değiştirilen Erzurum İl Milli Eğitim Müdürü Fevzi Budak`ı görevine iade etmediği gerekçesiyle suçlu buldu. Birinci`yi 5 ay 25 gün hapse mahkum eden daire, cezayı yeniden paraya çevirerek erteledi.
Yargılandığı davalarda, atamaların bakanın yetkisinde bulunduğu savunmasını yapan Birinci`nin 4. Ceza Dairesi`nde aynı konuda açılmış iki davası daha bulunuyor.
Yargıtay Başsavcılığı, cezaları sürekli ertelenen Birinci hakkında Karaman İl Milli Eğitim Müdürü`yle ilgili davada verilen kararı temyiz etti. Başsavcılığın başvurusunda, Birinci`nin bakanlıkta alelade bir kişi olmadığını, geçen yıl verilen cezası ertelendikten sonra aynı nedenle verilen yeni bir cezanın ertelenmesinin hukukla bağdaşmadığını savunduğu bildirildi. İtirazı Yargıtay Ceza Genel Kurulu (YCGK) değerlendirecek.
Başsavcılığın, Budak`la ilgili davada verilen erteleme kararına da itiraz etmesi bekleniyor

Kamu ihale sisteminde 7`nci değişiklik geliyor
İhale Kanunu için hazırlanan yeni taslağa göre kurula atamaları hükümet yapacak. İhalesiz alımlar kolaylaşacak. Muhalefet, `İhale yolsuzlukları artar` eleştirisi yapıyor
GÜLÇİN ÜSTÜN Ankara
Kabul edildiği 2002`den bu yana 6 kez değişikliğe uğrayan Kamu İhale Kanunu 7`nci kez değiştiriliyor. Hazırlanan ihale sistemi ve Kamu İhale Kurumu`nun yapısını köklü değişikliklere uğratacak taslak, yolsuzluğa zemin hazırladığı eleştirilerine neden oldu. Taslakla, kamu kurumlarına ihalesiz alım yapması yolu açılırken, Bakanlar Kurulu, Kamu İhale Kurulu`na (KİK) üye atamada tek yetkili hale geldi.
Kamu alımlarını hızlandırmak ve ihale sistemini AB`ye uyumlu hale getirmek için hazırlanan taslakta, AB`nin talep ettiği yerli firmalara avantaj uygulamasının kaldırılması ve yasanın kapsamının genişletilmesi yönündeki düzenlemelere yer verilmedi. Bakanlar Kurulu atayacak
Taslağa göre, KİK`e; kamu veya özel sektörde yükseköğrenim sonrası en az 10 yıl çalışanlar ve en az 4 yıllık hukuk, iktisat, siyasal bilgiler, işletme, iktisadi ve idari bilimler, mimarlık ve mühendislik fakülteleri ile bunların denkliği yetkili makamlarca kabul edilen yurtdışındaki yükseköğretim kurumlarından mezun olanlar atanabilecek. Kurula üye olarak atanacak ismi Bakanlar Kurulu belirleyecek. Bakanlar Kurulu, kurul başkanını belirleme yetkisine de sahip olacak.
Mevcut yasada, kurula atanacak üyeler, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği, Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu ve ilgili bakanlıkların önerdiği isimler arasından seçiliyor.
Üye sayısı azalacak
Taslağa göre, kuruldaki üye sayısı 10`dan 7`ye düşürülürken, üyelerin görev süresi 5 yıldan 6 yıla çıkacak. Taslağa eklenen `başka bir üyenin görev süresini tamamlamak üzere atanmış üyelerin görev süresinin 6 yıla tamamlanması` şeklindeki geçici maddeyle de AKP`nin atadığı KİK Başkanı Hasan Gül`ün görev süresi uzayacak.
Çerçeve anlaşma yapılacak
Taslağa göre, kamu kurumları, belirlenen eşik değerin altında kalan mal ve hizmet alımlarını ihaleye çıkmadan çerçeve anlaşmalarla temin edebilecek. Çerçeve anlaşmanın süresi 3 yıl kadar olabilecek.
Taslak, bu şekliyle yasalaşırsa ihaleleri kazanmak için tek kriter en düşük teklifi vermek olmayacak. İhaleyi gerçekleştiren idare `fiyat dışı unsurları` da dikkate alarak en uygun teklifi belirleyecek. `Alternatif teklif` olarak adlandıracak bu yöntemle düşük fiyat veren firmalar devre dışı kalabilecek.

Yakıştırma için mahkeme kararı aldırdı
'140 trilyonluk dul' yakıştırmasından rahatsız olup mahkemeye başvuran Ceyla Shahnavaz Gölcüklü, bu ifade için 'ihtiyati tedbir kararı' aldırdı.
Petrolcü eşi Chery Shahnavaz'dan boşandıktan sonra gazete ve dergilere verdiği röportajlarda "140 trilyon nafaka alacağını" ilan eden Ceyla Shahnavaz Gölcüklü, hakkında yapılan "140 trilyonluk dul" yakıştırmalarından rahatsız oldu. Bir kızı bulunan eşinden yaklaşık bir yıl önce İngiltere'de boşandığını açıklayan ve İngiliz mahkemelerinde sonuçlanan boşanma davasında rekor bir tazminat aldığını açıklayan Gölcüklü, yaşantısında hiçbir değişiklik yaşamadı. İşadamı sevgilisi İlhan Karadeniz'le tatil yaparken objektiflere mutluluk pozları veren Gölcüklü'nün aşkı sadece bir hafta sürdü. İşte bu dönemde hakkında yazılan "140 trilyonluk dul" yakıştırması, ünlü güzeli sinirlendirdi.
'OLUMSUZ ETKİLER'
Gölcüklü, avukatları aracılığı ile İstanbul 4. Asliye Hukuk Mahkemesi'ne açtığı dava ile kendisine "140 trilyonluk dul" yakıştırmasının yapılmaması yönünde karar aldırdı. Mahkemenin 2006/242 Esas Sayılı ve 21 Eylül 2006 tarihli kararı ile Melek Ceyla Shahnavaz (Ceyla Gölcüklü) hakkında kullanılan "140 trilyonluk dul" ifadesinin, davacıyı olumsuz yönde etkileyeceği sonucuna varan mahkeme, bu ifadenin kullanılmaması için ihtiyati tedbir kararı aldı. Mahkeme kanalıyla bu karar bütün yayın organlarına gönderildi. Gölcüklü'ye artık kimse "140 trilyonluk dul" diyemeyecek.

'Askeri yargıtay olmaz, olamaz!'
Yargıtay Onursal Başkanı Sami Selçuk, Türkiye'de 'bize özgülük' anlayışından bıkıp usandığını belirterek "Askeri yargıtay olmaz, olamaz da; bu mümkün değil" dedi.
Selçuk, "Diyorlar ki 'bu Türkiye'ye özgü'. Hukuk buna müsaade etmez. Sen bunu yaparsan hukuk olmaz" şeklinde konuştu.
Türkiye'de 'laiklik'le 'laisizm' kavramının karıştırıldığını söyleyen Sami Selçuk, laiklik kurumunun iyi işletilmesi durumunda din ve vicdan özgürlüğünün güvence altına alınacağını belirtti.
Başörtüsü sorunuyla ilgili değerlendirmeler yapan Selçuk, konunun aslında hukuki olarak çözüldüğünü, ancak bazı kimselerin bunu görmezden geldiğini söyledi.
İş Dünyası Vakfı tarafından Kandilli'deki İstanbul Ticaret Odsaı Tesisleri'nde verilen iftara Sanayi ve Ticaret Bakanı Ali Coşkun ile birlikte katılan Selçuk, "Laiklik" konulu konferans verdi. Laiklik konusunun tartışıldığında ülkedeki gerilimin arttığını söyleyen Selçuk, Türkiye'de laikliğin bir sorun olmanın ötesinde sorunsala dönüştüğünü savundu. Türkiye'nin laiklikten vazgeçme lüksüne sahip olmadığının altını çizen Selçuk, çağcıl bir devlet kurmanın başka çaresi olmadığını söyledi. Türkiye'nin laiklik ilkesiyle değil, laisizmle yönlendirildiğini anlatan Selçuk, iki kavram arasındaki farkın bilinmediği sürece, Türkiye'nin laik bir düzene kavuşmasının mümkün olmadığını savundu.
Diyanet İşleri Başkanlığı'nın dinsel bir kurum haline getirilerek devletçe yönetilir hale geldiğini iddia eden Selçuk, "Amaç, dini, yönetim altına almaktır. Diğer amaç ise Türkiye'de bazı kurumlara, özellikle dinden toplumsal hayata son derece etkili bir kuruma egemen olmaktır." dedi.
Sağlıklı demokrasi için din ve vicdan özgürlüğü için, demokraisnin iyi işlemesi gerektiğine işaret eden Selçuk, "Demokrasi için önkoşul yoktur. Demokrasi ve laikliği iyi işletirseniz neler olur. Demokrasi din gerçeğini benimsemekle işe başlar. Bugün her toplumda din denilen toplumsal bir olgu vardır ve bu gerçeği demokrasi benimsemek zorundadir. Yani din devletin varlığını kabul edecektir, devlet de din gerçeğini kabul edecektir. Onu dışlamayacaktır. Onun gerçeğini kabul edecektir. Kendisine ona göre çekidüzen verecektir." şeklinde konuştu.
Dinin sadece ilahiyat fakültelerinde okutularak gelişemeyeceğine vurgu yapan Selçuk, "Toplum da onun içinde olmalı ki din gelişsin. Yeni düşünceler ortaya çıksın. Buna izin vermezseniz de o dinin gelişmesi mümkün değil. Topluma kendisini uyarlaması da mümkün değil. Böyle bir anlayış ister istemez dinleri, inançları savunmaya itecektir. Ve kutuplaşma hızlanacaktır. Çünkü rahatlık yoksa bu doğaldır." dedi.
Türkiye'de bazı kavramlar üzerinde "bize özgü" değerlendirmeleri yapıldığını ve bundan bıkıp usandığını anlatan Selçuk, "Deniyor ki 'bize özgü laiklik'. Ben bu 'bize özgürlük'ten bıkıp usandım. Çünkü ne zaman yeni bir şey söylense 'Bu Türkiye'ye özgü durum' deniyor. Bakıyorsunuz, ben başkanlığım sırasında dedim ki, 'Bir ülkede iki tane Yargıtay olmaz. Döndünüz arkasından iki tane Danıştay yaptınız. Böyle bir şey olmaz. Eşyanın doğasına aykırı. Çünkü Yargıtay'ın varlık nedeni aynı ülkede tek biçimde yorum yapmayı sağlamaktır. Askeri yargıtay rüşveti yorumluyor, sivil yargıtay da yorumluyor. Bazen ters düşüyorsunuz. Bu nasıl bir şey? Dünyada böyle bir örnek yok. Hukuka saygılıysak gelin bunun gereğini yapalım' demiştim. Bundan da kıyamet kopardılar. Hukuka mı saygı duyacaksınız, cemaatçi bir yaklaşımla kendinizi mi savunacaksınız? Bu, Sovyet Rusya'da da olmadı. Orada bile askeri yargıçlar bir dairede görev alırlar, ama 'Askeri Yargıtay' olmaz, olamaz da; bu mümkün değil. Şimdi diyorlar ki 'Bu Türkiye'ye özgü'. Sen bunu yaparsan, doğrusu hukuk da olmaz" değerlendirmesinde bulundu.
Konferansın soru-cevap bölümünde katılımcıların sorularını cevaplayan Selçuk, başörtüsü meselesi ile ilgili de açıklamalar yaptı. Konunun aslında hukuken çözüldüğünü anlatan Selçuk, "Bazıları bunu bilmezlikten gelmektedir" dedi. Selçuk, "Mahkeme kararlarının sadece hüküm fıkraları bağlayıcıdır. Gerekçeler bağlayıcı değildir. Bunu her hukukçu bilir. Anyasa Mahkemesi'nin gerekçesi isabetli değildir. Hüküm fıkrası doğrudur. Şimdi gerekçeye baktığınız zaman, evet, üniversitelere o çucukları sokmanız mümkün değil. Ama o gerekçe bağlamaz. Sadece hüküm fıkrası bağlar. Bunu nasıl oluyor da onca hukukçunun yer aldığı YÖK, hukuk fakülteleri ve başka fakülteler görmezden geliyor, bunu anlamış değilim." dedi.
Kamuoyunda tartışılan TCK'nın 301. maddesiyle ilgili konuşan Selçuk, AB nedeniyle Türkiye'nin bazı şeyleri yapmak zorunda kalacağını beirtti. Selçuk, "Türkiye 301. maddeyi değiştirecektir. Değiştirmek zorunda kalacaktır. Bunu kendiliğinden yapsa iyi eder. 301. madde 80 yaşındadır. Kimse kimseyi aldatmasın. 80 yıldır içtihat oturmamışsa şimdi mi oturacaktır? Oturmasını da kimse beklemesin." şeklinde konuştu. Konferansın sonunda Bakan Coşkun, Selçuk'a dernek adına hediye verdi. Bakan Coşkun Selçuk'un konuşmaları üzerine bir fıkra anlatarak konferasnı bitirdi.
(Cihan)

Chat'ır Chat'ır boşanıyorlar
EŞİNİN chat yoluyla kendisini aldattığını tespit ettiren 690 Türk boşandı. 3 bini de dava açtı.
***
İhanette rekor
'Sanal ihanet'e uğradığını anlayan 960 kişi, eşini boşadı Türkiye, bu rakamla chat ayrılığında dünya birincisi oldu.
Hayatımızı değiştiren internetin bir gün yatak odasına da gireceği kimsenin aklına gelmezdi. Ancak internet sohbet odaları ihanet fırsatları olunca, zaten artan boşanmalara yenileri eklendi. Komiser Kolombo'nun internetteki adı ise hacker'dı. Karısından ya da kocasından şüphelenenlerin, eşinin bilgisayarının IP numarasını öğrenmesi yeterliydi.
IP numarası yeterli
Hacker'lar, IP numarası ile chat'teki kişinin telefon numarasına kadar ulaşarak ihanetleri belgeler oldu. Ve bu yılın 9 ayında tam 960 Türk, chat ihaneti nedeniyle eşinden boşandı. Bu rakamlarla birlikte, Türkiye chat'ten boşananlar arasında dünyada ilk sırada yer aldı. Bizi İtalya ve Filipinler izliyor.

Mahmut Yıldız’ı etek giyip oynatacağım
CHP Şanlıurfa Milletvekili Mahmut Yıldız hakkında ‘silahlı gaspa teşebbüs ve azmettirme’ suçlamasıyla fezleke düzenlendi. Dava dosyasında ilginç iddialar yer aldı
30.09.2006
Otel kurşunlamaya ilişkin bir dava iddianamesinde, CHP Şanlıurfa Milletvekili Mahmut Yıldız’la ilgili dikkat çekici iddialar yer aldı. Gaziantep’te Şubat ayında meydana gelen olayla ilgili 4 sanığın yargılandığı davaya ilişkin milletvekili hakkında ‘silahlı gaspa teşebbüs’ suçlamasıyla fezleke düzenlendi. Davalı İbrahim Tuğsuz, mahkeme kararıyla almayı hak kazandığı 900 bin YTL’yi almaması için korkutulduğunu ileri sürdü. İddiaya göre çete üyelerini azmettiren kişi de CHP’li Yıldız’dı. Telefon kayıtlarında ise çete mensuplarının “Milletvekiline etek giydirme” cümleleri yer aldı. Milletvekili hakkındaki iddialar şöyle...
* Mahmut Yıldız, sahibi olduğu Günsayıl A.Ş. Batman Barajı’nın yapımını üstlendi. Şirket, barajın bazı işlerini Gaziantep’te yerleşik Çiltuğ A.Ş’ye verdi. 1991 - 2001 arasında işler tamamlandı, ancak Mahmut Yıldız, Çiltuğ A.Ş.’ye 900 bin YTL tutarındaki borcu ödemedi.
* Tuğsuz, Mersin’de 4 ayrı dava açtı. Davalardan üçü Milletvekili Mahmut Yıldız’ın sahibi olduğu Günsayıl A.Ş. aleyhine sonuçlandı. Ancak, şirket borcunu ödemeyince haciz kararı çıkarıldı.
* Bu gelişmelerin ardından İbrahim Tuğsuz’un sahibi olduğu Gaziantep’teki 5 yıldızlı Tuğcan Otel, 4 Şubat 2006’da kurşunlandı. Bunun üzerine polis Tuğsuz’un telefonunu dinlemeye aldı ve kendisini tehdit ederek, Mahmut Yıldız’ın alacağı olduğunu ileri sürdüğü 900 bin YTL’yi isteyen telefon görüşmeleri kayıtlara girdi.
* Bu görüşmeler, çetenin İstanbul’daki büyük bir gasp ve hırsızlık çetesinin yöneticileri olduğunu, önemli adamlarının tutuklanması nedeniyle maddi sıkıntıya düştüklerini ortaya çıkardı. Çete üyesi Gökhan Temizer’in, kendisini Milletvekili Yıldız’ın yeğeni olarak tanıtarak otel sahibi İbrahim Tuğsuz’un evini aradığı ve tehdit ettiği de kayıtlarda yer aldı.
TETİKÇİDEN DELİKANLI SÖZÜ...
* Ancak, Tuğsuz tetikçiye, “Haklının yanında olman lazım, haksız olan Mahmut Yıldız” deyince tetik tersine döndü. Bunun üzerine telefon kayıtlarında tetikçi Temizer’in “Bize yalan söylendiyse biz tutup ona döneriz. İbrahim bey bize yanlış anlatıldı. Bak ben şu anda bile sana delikanlı sözü veriyorum. Eğer ki, Mahmut Yıldız haksızsa senin gözünün önünde Mahmut Yıldız’a etek giydirip oynattıracağım. Bundan da emin ol” yanıtı verdiği anlaşılıyor.
İŞTE DİYALOGLAR...
İbrahim Tuğsuz: Olay sana nasıl anlatıldı bilmiyorum.
Gökhan Temizer: Ben Mahmut Yıldız ile muhatabım.
İbrahim Tuğsuz: Alacağımın dörtte birini alamıyorum. Yine de korku salarak, bilmem ne yaparak benden o parayı aldırmamaya çalışıyor. Eğer sen gerçekten vicdan sahibiysen...
Gökhan Temizer: O vincin motoruna var ya Mahmut Yıldız’ı takarım. O Mahmut Yıldız’ı çalıştırırım.
İbrahim Tuğsuz: 20 seneden beri tanıyorsam senin paranı da vermez. Dokunulmazlığına güveniyor. Oğlu vardır. Anca ondan alırsın parayı da.
Gökhan Temizer: Bakalım alır mıyım, alamam mı? Allah’a şükür kimsede paramız kalmadı. Alırız, o yönden sen rahat ol.

‘Kemik erimesi hastasına ilaç kısıtlaması olamaz’
Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu, Maliye Bakanlığı’nın Bütçe Uygulama Talimatı ile kemik erimesi (osteoporoz) ilaçlarının kullanımına getirilen kısıtlamaların yürütmesini durdurdu.
Emekli Sandığı emeklisi Kamuran Vural’ın tedavi gördüğü hastaneden aldığı kurul raporuyla kullanması uygun görülen ilaç bedelinin ödenmemesi ve bu işlemin dayanağı Bütçe Uygulama Talimatı’nın geri alınması için açtığı dava sonuçlandı. Olayı karara bağlayan Ceza Kurulu, hastalık derecesi ne olursa olsun kemik erimesi ilacı kullanması doktor raporuyla belirlenen hastaların da bu ilaçları kullanacak hasta grubu arasına alınması gerektiğine işaret etti.
Ankara, aa

2 partinin hesaplarına Anayasa onayı
Anayasa Mahkemesi, Liberal Demokrat Partinin 1998, Bağımsız Türkiye Partisinin 2001, Demokrasi ve Barış Partisinin 2002 yılı hesaplarını Siyasi Partiler Yasası'na (SPY) uygun buldu.
Anayasa Mahkemesinin, Resmi Gazete'nin bugünkü sayısında yayımlanan siyasi parti mali denetim kararlarına göre, Liberal Demokrat Partinin 1998 yılı kesin hesaplarında yapılan incelemelerde partinin gösterilen gelir ve gideri, eldeki bilgi ve belgelere göre doğru, denk ve SPY'ye uygun bulundu. Yüksek Mahkeme, Bağımsız Türkiye Partisinin 2001 yılı ve Demokrasi ve Barış Partisinin 2002 yılı kesin hesap incelemeleri sonucunda da parti hesaplarının kanuna uygun olduğuna karar verdi.

'Büyükanıt'tan 200 milyar istedi'
8.KOLORDU Komutanlığı'nda 2002 ve 2003 yıllarındaki inşaat ihalelerinde usulsüzlük yapıldığı iddiasıyla Genelkurmay Askeri Mahkemesi'nde görülen davada, aralarında Korgeneral Ethem Erdağı'nın da bulunduğu 10 sanığın yargılanmasına devam edildi. Dünkü duruşmada tanık olarak dinlenen eski Kolordu Kurmay Başkanı emekli Kurmay Albay Yılmaz Korucuoğlu, 'Erdağı Paşam, dönemin Genelkurmay 2'nci Başkanı Yaşar Büyükanıt'ı arayarak kantin paralarından 200 milyar lira aktarmasını rica etti, ancak bu istek geri çevrildi. Daha sonra dönemin OHAL Valisi şimdinin Emniyet Genel Müdürü Gökhan Aydıner'den 200 milyar istedi. Araları iyi olduğu için bu para verildi' dedi. İhale ile ilgili inceleme yapmak üzere yeni bilirkişi heyeti belirleyen mahkeme, eksikliklerin giderilmesi için duruşmayı 31 Ekim'e erteled

Fatih Sultan Mehmet’in yargılandığı mahkeme yenileniyor
Son yıllarda binlerce konutun temelini atan Toplu Konut İdaresi (TOKİ), okul, hastane ve sağlık ocağı gibi sosyal sorumluluk projelerine tarihî eserleri de kattı.
İdare, Fatih Sultan Mehmet’in yargılandığı mahkemeyi restore ettiriyor. Toplam 336 bin yeni liraya mal olacak restorasyon, 210 işgününde tamamlanacak. Fatih’in yargılanıp elinin kesilmesine karar verilen dava, Üsküdar Gülfem Hatun Mahallesi’ndeki 11 numaralı kırmızı taş binada görülmüş. 1941’den sonra ofis, terzi, kuaför ve halı dükkanı olarak kullanılan binanın izine yıllar sonra ulaşıldı. Restorasyon kapsamında Sultan’ın yargılanışı, sanal olarak canlandırılıp birkaç dilde anlatımı sağlanacak. Tarihî olayın hikayesi ise şöyle: İstanbul’u fetheden Sultan Mehmet, cami inşasında kullanılacak iki mermer sütunu Sinan Atik isimli Rum mimara teslim eder. Mimar, sütunları 3’er arşın kesip kısaltır. Fatih de buna sinirlenerek mimarın elini kestirir. Mimar, padişah aleyhine dava açar. Fakat ne Galata ne de Eyüp kadılığı padişahı yargılamayı göze alamaz. Şikâyeti Üsküdar Kadısı Hızır Bey kabul eder ve davayı açar. Mahkemede celb edilen büyük padişah, baş köşeye geçmek istediyse de davacıyla birlikte mahkeme huzurunda ayakta bekletilir. Yargılama sonunda padişah suçlu bulunur. Ceza olarak mimara yapılan haksızlığın aynısının tatbik edilmesine, yani padişahın elinin kesilmesine karar verilir. Rum mimar, mahkemenin verdiği bu büyük karar karşısında şaşkına döner ve davasından feragat eder. Mimar, kısası istemediği için Fatih, günde 10 altın tazminata mahkûm olur ve tazminatı kendiliğinden 20 altına çıkarır. Böylece padişahın eli kesilmekten kurtulur. Evliya Çelebi’nin aktardığına göre, karardan sonra Fatih, çıkardığı demir sopayı kadıya göstererek; “Eğer sen Allah’ın hükmünü uygulamayıp, elimi kesmeye beni mahkum etmeseydin bununla başını paramparça ederdim.” der. Kadı Hızır Bey de sakladığı kamayı çıkararak cevap verir: “Sen de benim hükmümü kabul etmeseydin, ben de bununla seni delik deşik ederdim.”

Bush istediğini aldı
ABD Senatosu terör faaliyetleriyle suçlanan yabancı tutsakların sorgulanması ve yargılanmasına ilişkin yeni kurallar öngören tasarıyı onayladı

ABD Senatosu’nda yapılan oylamada, terör şüphelilerinin sorgulanması ve yargılanmasıyla ilgili bir yasa tasarısına nihai onay verildi. Özel askeri mahkemelerin kurulmasını öngören yasa tasarısı, sorgulanacak şüpheliler için standartlar getiriyor ancak insan hakları grupları bu yasanın getirdiği bir dizi karmaşık kuralların, şüphelilere karşı sert yöntemler kullanılmasına imkan tanıyabileceğini öne sürüyor. Tasarı sayesinde, ABD’nin Küba’daki Guantanamo üssünde tutulan yüzlerce kişi, yıllar süren mahkumiyetlerinin ardından yargılanabilecek. Bu yasa, ABD Yüksek Mahkemesinin geçen haziranda ‘Bush’un yetkilerini aştığına ve özel savaş suçları mahkemeleri kurarak Cenevre anlaşmalarını ihlal ettiğine’ hükmetmesine karşılık tasarlandı. Öte yandan, ABD Temsilciler Meclisi, Bush’un telefonların dinlenmesi programına yeni kısıtlamalarla yasal statü verebilecek bir yasa tasarısını da onayladı. Terörizmle insan hakları pahasına mücadele edilemeyeceğini belirten Demokratlar, Temsilciler Meclisi’nde kabul edilen bu tasarının başkana çok fazla güç vereceği eleştirisinde bulundu. Yeni yasa uyarınca Bush, Temsilciler Meclisi ve Senato’ya bilgi verdiği; saldırı olacağına inandığı takdirde telefonları dinlenmesi ve elektronik postaların izlenmesini istemek için yetkili olabilecek.

İşte' 'şık', adliyede şalvarlı!
Lüks semtlerde çalışan hırsızlık şebekesine mensup kadın üyelerin, soygundan sonra tanınmamak ya da mahkemede "zavallı" görünerek az cezayla kurtulmak için şalvar giydikleri belirlendi.
Ali Aksoyer ve Remzi Bilge'nin haberi
BOZGUN Operasyonu’yla yakalanan hırsızlık şebekesinin üyeleriyle ilgili her gün yeni bir ayrıntı ortaya çıkıyor. Polisin çektiği görüntülerde özellikle şebekenin kadın üyelerinin işe çıkarken giydikleri kıyafetler ile yakalandıklarında giydikleri arasında fark dikkat çekti.
Camları aynalı minibüs
6’sı polis 30 kişinin tutuklanmasıyla sonuçlanan operasyon sırasında polis aynalı camlı özel bir minibüs kullandı. Çete elebaşısı olduğu iddia edilen Burhan İrkli’nin Küçükbakkalköy, Hukukçular Sitesi’ndeki evinde buluşarak işe çıkan şebeke elemanlarının son derece modern giyindikleri, hırsızlıktan sonra ise kıyafet değiştirdikleri anlaşıldı.
Tanınmamak için
Kıyafetleri tanınmamak için değiştiren ve şalvar giyen kadın hırsızlar kötü kıyafetlerle yakalandıklarında "zavallı" göründüklerini, bunun da mahkemelerde işlerine yaradığını söylediler. Çete elemanlarının kıyafet değiştirmeye fırsat bulamadan yakalanmaları halinde, şebekeye yardım eden polislere rüşvet vererek nezarethanelerde kıyafet değiştirdikleri belirlendi.
(Hürriyet)

Hüsnü Özyeğin Üniversitesi kuruluyor
Hüsnü M. Özyeğin Vakfı tarafından Özyeğin Üniversitesi adıyla bir üniversite kurulmasını öngören kanun tasarısı TBMM Başkanlığı’na sunuldu
Tasarı İstanbul’da Hüsnü M. Özyeğin Vakfı tarafından 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu’nun vakıf yükseköğretim kurumlarına ilişkin hükümlerine tabi olmak üzere, kamu tüzel kişiliğine sahip Özyeğin Üniversitesi adıyla bir vakıf üniversitesi kurulmasını içeriyor. Özyeğin Üniversitesi, fen edebiyat, iktisadi ve idari bilimler, mühendislik fakülteleri ve uygulamalı bilimler yüksekokulundan oluşacak.

Anestezi uzmanı ameliyattaki riskleri ortadan kaldırıyor
Tıpta Uzmanlık Sınavı'nı kazananlar arasından üniversitelerin Anesteziyoloji (uyutma) ve Reanimasyon (uyandırma) bölümünü tercih edenler bu dalda eğitim görüyor.
Bunlar ameliyattan önce çeşitli tahliller yaparak hastayı hayata bağlayacak reçeteyi yazıyor. Ameliyat anında da ortaya çıkan hayati riskleri anestezi uzmanı gideriyor. Ameliyatta nefes borusuna bir alet yerleştiriyor. Gerektiğinde solunumu yavaşlatıyor veya yapay solunum yaptırıyor; kalbin ritmini ayarlıyor. Kanı, içindeki yaşamsal muhtevasıyla kontrol ediyor. Ameliyat esnasında hastaya hangi ilacın verileceğine karar veriyor.
Tek başına bir hastayı uyutma yetkisi olmayan anestezi teknisyenine 1928 tarihli Tababet Kanunu yetki veriyor. Düzenlemede, anestezi uzmanının bulunmadığı yerde ve acil durumda ameliyatı yapan hekimin sorumluluğunda teknisyenin narkoz verebileceği belirtiliyor.

Yabancılara satılamayacak araziler
Yabancılara gayrimenkul satışı yapılmayacak askeri alanlar ve güvenlik bölgelerine ilişkin Genelkurmay Başkanlığının hazırladığı veriler, kadastral paftalara işlenecek.
Gökçen Çamlıyurt ve Zeynep Akyıl'ın haberi
Kadastro Müdürlüklerince yürütülecek işlemler, 3 ayda tamamlanacak. Süreç sona erdikten sonra satışlar için askeri makamlardan görüş almaya gerek kalmayacak.
Tapu ve Kadastro Genel Müdür Vekili Zeki Adlı, konuya ilişkin genelge yayımladı. Genelgede, 7 Ocak'ta yürürlüğe giren Tapu Kanunu'nda değişiklik öngören düzenlemeye göre, ''kanunun yürürlüğe girdiği tarihte mevcut olan askeri yasak bölgeler, askeri ve özel güvenlik bölgeleri ile stratejik bölgelere ilişkin kararlara ait harita ve koordinat değerlerinin tamamının, Milli Savunma Bakanlığı tarafından en geç 3 ay içinde Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğünün bağlı olduğu Bakanlığa gönderilmesi gerektiği'' hatırlatıldı.
Genelkurmay Başkanlığınca hazırlanan söz konusu bilgilerin de Genel Müdürlüğe iletildiği belirtildi. Genelgeye göre, bu bilgi ve belgeler, kadastro müdürlüklerinin yetki alanlarına göre tasnif edildi. Dokümanlar, Bölge Müdürlüklerince, ilgili Kadastro müdürlüklerine, ''gizlilik'' nedeniyle kurye vasıtasıyla teslim edilecek. Teslim edilen koordinat değerleri ve haritalar, Askeri Yasak Bölgeler ve Güvenlik Bölgeleri Kanunu, Askeri Yasak Bölgeler ve Güvenlik Bölgeleri Yönetmeliği, Harita ve Harita Bilgilerini Temin ve Kullanma Yönetmeliği ile ilgili diğer mevzuat çerçevesinde kullanılacak ve saklanacak.
-''ALTYAPI, DOĞRU VE HIZLI OLUŞTURULMALI''-
Yasa uyarınca, süreç tamamlandıktan sonra artık askeri makamlardan görüş sorulmasına gerek kalmayacak. Genelgede, yabancı gerçek kişilere satılacak taşınmazların askeri yasak bölge ve güvenlik bölgeleri içinde kalıp kalmadığı konusunda tapu sicil müdürlüklerinin, kadastro müdürlüklerine danışacağı ifade edilerek, gerekli alt yapının ''doğru ve hızlı bir şekilde'' oluşturulmasının önemi vurgulandı.
Kadastro Müdürlüklerince yürütülecek teknik çalışmalara da yer verilen genelgede, şunlar kaydedildi: ''Grafit paftaların sayısallaştırılması, mevzuat çerçevesinde ilgili kadastro müdürlüklerince yapılacak. Askeri yasak bölgeler, askeri ve özel güvenlik bölgeleri ile stratejik bölgelere ilişkin kararlara ait harita ve koordinat değerleri, kadastrosu yapılmamış alanlara isabet ettiğinde aynen muhafaza edilecek. Bu yerlerde kadastral paftalar oluştuğunda söz konusu işlemler tekrarlanacak. Şeffaf kopyaları çekilip sayısal değerlerinin işlenmesi sırasında oluşacak tereddütler, yetkili askeri makamlardan sorulup, teyit edildikten sonra kadastral paftalara işlenecek.''
-3 AYDA TAMAMLANACAK-
Genelgede, işlemlerin en geç 3 ay içinde tamamlanması gerektiği ifade edilerek, bu sürede çalışmaların yetiştirilememesi halinde Genel Müdürlükten ek süre istenebileceği kaydedildi. Tüm işlemler tamamlandıktan sonra sonucun Bölge Müdürlüklerince Genel Müdürlüğe iletileceği belirtilen genelgede, süre ve gizlilik konusunda duyarlılık gösterilmesi istendi.
(aa)

Zillet tasarısı
Her yeni raporunda Türkiye’nin önüne akıl almaz şartlar öne süren Avrupa Birliği’ne uyum için, vakıflarla ilgili yapılmak istenen değişiklikleri bekleyen 160 azınlık cemaati, bayram ediyor.
Herşey AB’ye uyum için...
Hükümetin, Avrupa Birliği’ne uyum için, vakıflarla ilgili yapmak istediği değişiklik, Türkiye’nin temellerine adeta dinamit koyuyor. Hükümetin ısrarla sadece 36 adet taşınmazın iade edileceğini iddia etmesine karşılık, Meclis’teki yasa çıktıktan sonra 160 vakfın Türkiye’deki mahkemelerin yanı sıra özellikle AİHM’ye yüzlerce dava açması bekleniyor. Açılması için ABD ve AB’nin Türkiye’ye sürekli baskı yaptığı Heybeliada Ruhban Okulu’nun vakfı da, resmi listede yer alıyor.
160 azınlık cemaatinde bayram
İktidara geldiği günden beri başta Ruhban Okulu’nun açılması gibi taleplere sıcak bakan AKP hükümeti, azınlık vakıflarının da listesini çıkardı. Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin’in 2003 yılında yayınladığı yönetmeliğe göre, Türkiye’de 160 adet gayri müslim ve azınlık vakfı bulunuyor. İçerisinde Heybeliada Rum Ruhban Okulu Vakfı’nın da bulunduğu bu cemaat vakıfları, dört gözle çıkacak yasayı bekliyor.
EBUBEKİR GÜLÜM / ANKARA
Her yeni raporunda Türkiye’nin önüne akıl almaz şartlar öne süren Avrupa Birliği’ne uyum için, vakıflarla ilgili yapılmak istenen değişikliklere yönelik tepkiler giderek artıyor. Öte yandan Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin’in 2003 yılında yayınladığı yönetmeliğe göre, Türkiye’de 160 adet gayri Müslim ve azınlık vakfı bulunuyor. İçerisinde Heybeliada Rum Ruhban Okulu Vakfı’nın da bulunduğu bu cemaat vakıfları, dört gözle çıkacak yasayı bekliyor. Hükümetin ısrarla sadece 36 adet taşınmazın iade edileceğini açıklamasına rağmen, bu 160 vakfın Meclis’teki yasa çıktıktan sonra Türkiye’deki mahkemelerin yanı sıra özellikle AİHM’e yüzlerce dava açması bekleniyor.
AKP hükümetinin sürekli gündeminde olan azınlık ve gayri Müslim cemaatlerine ilişkin düzenlemeler sürekli tartışma konusu oldu. İktidara geldiği günden bu yana başta Ruhban Okulu’nun açılması gibi taleplere sıcak bakan AKP hükümeti, azınlık vakıflarının da listesini çıkardı.
AB’nin uyum yasaları çerçevesinde Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin imzasıyla Resmi Gazete’nin 24 Ocak 2003 tarihli sayısında, “Cemaat Vakıflarının Taşınmaz Mal Edinmeleri, Bunlar Üzerinde Tasarrufta Bulunmaları ve Tasarrufları Altında Bulunan Taşınmaz Malların Bu Vakıflar Adına Tescil Edilmesi Hakkında Yönetmelik” yayınlandı. Bu yönetmelik, 4 Ekim 2002 tarihli yönetmeliği yürürlükten kaldırdı.
Yeni yönetmelik, AB’ye uyum çerçevesinde çıkarılan 4771 sayılı yasa paketi içinde yer alan Vakıflar Kanunu’ndaki değişiklik dayanak yapılarak hazırlandı.
O zaman hızlı esen AB rüzgârının etkisiyle çıkarılan yönetmelik, vakfiyeleri olup olmadığına bakılmaksızın Vakıflar Kanunu gereğince tüzel kişilik kazanmış Türkiye’deki gayrimüslim cemaatlere ait vakıfların, dini, hayrî, sosyal, eğitsel, sıhhi ve kültürel alanlardaki ihtiyaçlarını karşılamak ve sadece bu alanlardaki amaçlarını sürdürecek geliri sağlamak üzere taşınmaz mal edinmelerine ilişkin esasları belirliyordu.
AB 6. Uyum Yasaları çerçevesinde 19 Haziran 2003 tarihinde Vakıflar Yasası’nda değişiklik yapılmış ve cemaat vakıflarının tasarrufları altında bulunduğu belirlenen taşınmaz malların vakıf adına tescili için yapılacak başvurular bakımından öngörülen 6 aylık süre 18 aya çıkarılmıştı. Ayrıca yönetmelikle, Türkiye’de faaliyette bulunan gayri Müslim ve azınlıklara ait vakıfların listesi tek tek yayınlanmıştı.
Listede, başta Rum ve Ermeni Ortodoks kiliselerine ait vakıflar olmak üzere, Yahudi, Katolik, Süryani ve Keldani cemaatlerinin bünyesindeki vakıflar yer alıyor. İstanbul’un, Fatih Sultan Mehmet tarafından fethedilmeden önce Rumların kullandığı Konstantin ismini adında özellikle kullanan vakıfların da listede bulunması dikkat çekiyor: Paşabahçe Aya Konstantin Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı, Koca Mustafa Paşa Samatya Aya Konstantin Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı.
Açılması için ABD ve AB’nin Türkiye’ye sürekli baskı yaptığı Heybeliada Ruhban Okulu’nun vakfı da, resmi listede yer alıyor. Meclis’te vakıflar kanunu tasarısıyla ilgili görüşmelerde, en çok Ruhban Okulu’nun yeniden eğitime açılacağı konusu gündeme geldi.
İşte listede bulunan 160 gayri Müslim ve azınlık cemaat vakıflardan bazıları:
Beykoz Aya Paraşkevi Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı
Büyükada Panayia Aya Dimitri Profiti İlya Rum Ortodoks Kilisesi ve Mektebi Vakfı
Heybeliada Rum Ruhban Okulu Vakfı
Kınalıada Panayia Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı
Burgazada Aya Yani Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı
Fener Maraşlı Rum İlkokulu Vakfı
Feriköy 12. Apastol Rum Ortodoks Kilisesi ve Mektebi Vakfı
Kurtuluş Aya Tanaş Dimitri Aya Lefter Rum Ortodoks Kilisesi ve Mektebi Vakfı
Beşiktaş Cihannüma Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı
Beşiktaş Nanayia Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı
Bebek aya Haralambos Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı
Bağımsız Türk Ortodoks Kiliseleri ve Patrikhanesi Vakfı
Zapion Rum Kız Lisesi Vakfı
Galata Rum İlkokulu Vakfı
Balıklı Rum Hastahanesi Vakfı
Koca Mustafa paşa Samatya Aya Konstantin Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı
Bozcaada Kimisis Teodoku Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı
Gökçeada Merkez Panayia Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı
İskenderun Rum Ortodoks Kilisesi Fukara Vakfı
Antakya Rum Katolik Kilisesi Vakfı
Üsküdar Surp Hac Ermeni Kilisesi Mektebi ve Mezarlığı Vakfı
Rumelihisarı Surp Sanduth Ermeni Kilisesi Vakfı
Ortaköy Surp Kirkor Losavoriç Ermeni Katolik Kilisesi Vakfı
Yenikapı Tetaos Patriğimeos Ermeni Kilisesi Vakfı
Gedikpaşa Ermeni Protestan Kilisesi ve Mektebi Vakfı
Beyoğlu Surp Gazer Ermeni Katolik Mihitaryan Manastır ve Mektebi Vakfı
Pangaltı Ermeni Katolik Mihitaryan Manastır ve Mektebi Vakfı
İskenderun Karasun Manuk Ermeni Katolik Kilisesi Vakfı
Samandağı Vakıflı Köyü Ermeni Ortodoks Kilisesi Vakfı
Kayseri Surp Kirkor Ermeni Kilisesi Vakfı
Diyarbakır Ermeni Surp Küçük Kilise Hıdır İlyas Surp Gregos Kiliseleri Vakfı
Mardin Ermeni Katolik Kilisesi Vakfı
Büyükada Hased Leavram Musevi Sinagogu Vakfı
Hasköy Mealem Musevi Sinangogu Vakfı
Beyoğlu Musevi Hahamhanesi Vakfı
Beyoğlu Seferadimi-Neveşalom Musevi Sinagogu Vakfı
Ortaköy Musevi Etz-Ahayim Sinagogu Vakfı
Balat Or-Ahayim Musevi Hastanesi Vakfı
Ankara Musevi Sinagogu Vakfı
Çanakkale Mekor Hayim Musevi Sinagogu Vakfı
Antakya Musevi Havrası Vakfı
Diyarbakır Süryani Kadim Meryemana Kilisesi Vakfı
Mardin Süryani Katolik Kilisesi Vakfı
Mardin Süryani Protestan Kilisesi Vakfı
Midyat Süryani Protestan Kilisesi Vakfı
Midyat Süryani Kadim Cemaati Marborsom ve Mart Şemuni Kiliseleri Vakfı
İdil Süryani Kadim Kilisesi (Mardodo) Vakfı
Keldani Katolik Kilisesi Vakfı
Bulgar Ekzarhlığı Ortodoks Kilisesi Vakfı
Şişli Gürcü Katolik Kilisesi Vakfı.

Yılda 4 bin hakim şikayet ediliyor
Adalet Bakanlığı verilerine göre vatandaştan gelen şikayet konuları arasında
görevi ihmal, görevi kötüye kullanmak, taraflı karar vermek, rüşvet de var

ADALET Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğü verilerine göre bir yıl içerisinde vatandaşlar, 4 bin 44 hakim ve savcıdan şikayetçi oldu. 2005 yılı içerisinde yapılan şikayetlerin istatistiksel değerlendirmesine göre, şikayetlerin 168'i hakkında disiplin ve kovuşturma başlatıldı. Vatandaşların dilekçeyle yaptıkları başvuruların bin 567'si hakkında işleme konulmaması, 1777 başvuru hakkında da işlem yapılmasına yer olmadığı kararı verildi.
İhraç kararlarını HSYK veriyor
Türkiye de en saygın meslekler arasında yer alan hakim ve savcılıkta bu yıl bir rekora imza atıldı. Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK), 2006 yılı içerisinde 17 hakim ve savcıyı ‘mesleğin şeref ve onurunu ve memuriyet nüfuz ve itibarını bozacak nitelikte’ davranışlar sergilediği için meslekten ihraç etti. 2005 yılında 9, 2004 yılında da 7 hakim ve savcının meslekten ihraç edilmişti.
İhraç kararları 69. maddeden
Hakim ve savcıların tamamının, Hakimler ve Savcılar Kanunu'nun 69. maddesinin son fıkrasına göre ihraç edildiği öğrenildi. Sözkonusu maddede, ‘Disiplin cezasının uygulanmasını gerektiren fiil suç teşkil etmezse ve hükümlülüğü gerektirmese bile mesleğin şeref ve onurunu ve memuriyet nüfuz ve itibarını bozacak nitelikte görüldüğü takdirde de meslekten çıkarma cezası verilir’ hükmü yer alıyor.
YASEMİN GÜNERİ

AB traşı kriteri
Meclis’ten geçen AB uyum yasaları günlük hayatımıza pekçok yenilik getiriyor. 402 meslek dalında sertifika zorunluluğu geliyor. Örneğin sertifikası olmayan berber AB’de çalışamayacak...

HÜKÜMET’İn Avrupa Birliği’ne uyum kapsamında hazırladığı 9 yasa tasarısından 6’sı, 19 Eylül’de olağanüstü toplanarak çalışmalarına yeniden başlayan TBMM Genel Kurulu’nda kabul edildi. Yeni yasalarla vatandaşın gündelik yaşamını doğrudan etkileyen AB kriterleri hayata geçirilecek.
ÇOCUK İŞÇİYE ÜCRETLİ İZİN: Gözden Geçirilmiş Avrupa Sosyal Şartı, temel sosyal ve ekonomik hakların bütün yönlerini garanti eden tek sözleşme niteliğini taşıyor. 18 yaşın altındaki çalışanlara yılda en az 4 haftalık ücretli izin hakkı verilebilecek.
402 MESLEĞE AB SERTİFİKASI: Mesleki Yeterlilik Yasası ile 402 meslek dalında çalışanlara sertifika zorunluluğu getirildi. Sertifikası olmayan AB üyesi ülkelerde çalışamayacak. Avukatlık, mimarlık, doktorluk, mühendislik, hemşirelik gibi 8 meslek dalı uygulama dışında olacak.
ÖZEL ÖĞRETİME KOLAYLIK: Özel Öğretim Kurumları Yasası ile özel okullar, ancak amaçlarına uygun tanıtıcı mahiyette reklam ve ilan verebilecek, televizyonda reklam yapamayacak. Devlet okullarındaki öğretmenler, haftalık ders saati sayılarını doldurmaları kaydıyla özel okullarda ders verebilecek. Özel okulların su, doğalgaz, elektrik ücretlendirmesi devlet okullarında uygulanan tarife üzerinden yapılacak. Yabancı okulların müdür yardımcıları Türk vatandaşı olacak.
VATANDAŞA OMBUDSMAN: Kamu Denetçiliği Yasası’na göre kurum, vatandaş ile devlet arasında arabuluculuk yapacak. Halkın, idarenin işleyişi ile ilgili şikayetlerini, insan haklarına saygı, hukuka ve hakkaniyete uygunluk yönlerinden inceleyerek idareye önerilerde bulunacak.
GÖÇMENLERE İSKAN: İskan Yasasına göre, yurda toplu olarak gelen göçmenler, Bayındırlık ve İskan Bakanlığı’nca uygun görülecek yerlerde iskan edilecek. Kamulaştırma sonucu yerlerini terk etmek zorunda kalan aileler, talep ettikleri takdirde Bakanlıkça gösterilecek yerlerde iskan edilecekler.
CEMAAT VAKIFLARI: Vakıflar Yasa Tasarısı yasalaşırsa, cemaat vakıfları, üçüncü şahıslar üzerindeki kayıtlı taşınmaz mallarını vakıf adına tescil ettirebilecekler. Cemaat vakıflarının ‘hayır amaçlı’ taşınmaz malları haczedilemeyecek, rehnedilemeyecek. Cemaat vakıfları izin almaksızın mal alabilecekler, malları üzerinde tasarrufta bulunabilecekler.
KAMUDA ŞEFFAF DENETİM: Görüşülmeyi bekleyen Sayıştay Yasa Tasarısı ile Sayıştay, tüm kamu fonlarını, kaynaklarını ve faaliyetlerini denetleme yetkisine sahip olacak. Hazırladığı raporları zamanında Meclis’e ve kamuoyuna sunacak. Kamu kaynakları etkin ve verimli kullanılacak.
TOHUMCULUK YASASI: Genel Kurul’da bekleyen Tohumculuk Tasarısı, daha sağlıklı tohum kullanımının yaygınlaştırılması ve ürün veriminin artırılması amacıyla tohum üretimi alanını özel şirketlere ve çokuluslu şirketlere açıyor

Organize sanayide kanun tartışması
Sanayi ve Ticaret Bakanlığı tarafından hazırlıkları sürdürülen Organize Sanayi Bölgeleri (OSB) Yasa Taslağı üzerindeki tartışmalar sürüyor. Bakanlık tarafından henüz son şekli verilmeyen, sivil toplum kuruluşlarının önerileri beklenen yasa taslağı ile ilgili sürdürülen tartışmalara Organize Sanayi Bölgeleri Üst Kuruluşu Başkanı ve Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) Başkan Yardımcısı Bülent Koşmaz'dan yanıt geldi.
Taslağın ilgili kurum ve kuruluşların görüşlerine sunulduğunu ve önümüzdeki günlerde de son şeklinin verileceğini hatırlatan Koşmaz, 'Taslak, bazı kişiler tarafından ayrıntılı incelenmeden hatta okunmadan yani bilgi edinilmeden eleştiriliyor. Oysa taslak ile yaşadığımız sorunların aşılması ve net olmayan bazı uygulamaların da çözülmesi sağlanacak' dedi.
MUTABAKAT ÖNEMLİ
Türkiye'de şu an var olan 242 OSB'nin dört ayrı yöntemle idare edildiğini söyleyen Koşmaz, 'Bazı OSB'leri sanayi odaları kurdu ve onlar yönetiyor. Bazılarında ilin kamu yöneticileri ve sanayi odaları var. Genel kurulunu yapmış bazı OSB'leri ise sanayiciler yönetiyor. Bazıları da sektörler kuruluşlar tarafından kurulmuş ve onlar tarafından yönetiliyor. Önemli olan OSB'lerin bugüne kadar kazandığı hakları kaybetmeden, sorunları çözecek bir yasa üzerinde mutabık kalmak' şeklinde konuştu.
BAŞKANA YAKIŞMADI
TÜSİAD Başkanı Ömer Sabancı'nın 'Bir apartman yöneticisini o apartmanda oturanlar seçiyorsa, OSB'yi de sanayiciler yönetmeli' sözünü de eleştiren Koşmaz, 'Bu açıklama TÜSİAD Başkanı'na yakışmadı. Bir apartman ile OSB'yi nasıl aynı tutarsınız? Sanayici ve odalar karşı karşıya getirilmek isteniyor gibi... Biz, son metin ortaya çıkmadan tartışmayı gereksiz buluyoruz'' dedi. Taslak ile kamulaştırma yetkisinin OSB yönetimlerine verildiğini ancak özel kuruluşların kamulaştırma yapmalarının anayasaya aykırı olduğunu ifade eden Koşmaz, 'Bu nedenle OSB yönetimleri içinde mutlaka kamu kuruluşu niteliği taşıyan sanayi odaları bulunmalıdır' dedi.
Ankara'da toplantı
TÜM OSB'leri temsil eden üst kuruluşun başkanı olarak, en yararlı yönetim şeklini bulmaya çalıştığını kaydeden Koşmaz, taslağa son şeklini verilmesinden sonra tüm OSB yöneticileriyle toplantı yapacağını söyledi. 'Taslağın son halini tartışacağız ve önerilerimizi ilgili makamlara ileteceğiz' dedi.
Şu an Türkiye'de 242 OSB olduğunu belirten Koşmaz, 'Bunlardan 107'sinde üretim var. 36'sında ise altyapı çalışmaları devam ediyor. Geri kalanlar ise atıl şekilde duruyor. Bunların çoğu siyasetçilerin zorlaması ile kurulmuş yerler ne altyapı var ne fabrika. Zaten faaliyette olan OSB'lerin önemli bir kısmı da zarar ediyor. Sadece sanayinin gelişmiş olduğu kentlerde sorun yok' dedi.

Avrupa Birliği, Yunanistan'ı uyarmıştı: Standartların üzerinde bütçe açığın var...
Yunanistan önlem aldı: Fuhuş ve kaçakçılık yasallaştırılacak...
Bütçe açığını AB normlarına uydurmak için Yunan hükümetinin bulduğu formül ülkeyi karıştırdı. AB'nin bütçe kalemlerinde değişiklik yapmasına izin veren yasasından yola çıkan Yunanistan Ulusal Ekonomi Bakanı Yorgos Alogoskoufis, kaynağı 'kayıtdışı ekonomi'de buldu.
Ancak Alogoskoufis'in "fuhuş ve kaçakçılık" gibi yasa dışı yollardan elde edilen gelirleri kayıt altına alarak milli geliri artıracaklarını açıklaması gerek Yunan basınından gerekse muhalefet cephesinden tepkiyle karşılandı. Yunan basını kayıtdışı ekonominin varlığını itiraf eden ve kabul eden Bakan'ın açıklamalarını "büyük bir gaf" olarak değerlendirirken, muhalefet partilerinin Bakan'a tepkisi "Hükümet ülkeyi uluslararası düzeyde rezil etti" şeklinde oldu. Fuhuş ve kaçakçılık gelirlerini kayıt altına alacak olan Yunanistan'da milli gelir bu operasyonla 195 milyar Euro'dan bir gecede 242 milyar Euro'ya çıkacak. Üstelik Yunan hükümeti bu gelirlerle bütçesine 60 milyar Euro daha ekleme fırsatı yaratacak. Yunanistan'ı 1 gecede zengin eden operasyonun mimarı Yunanistan Ulusal Ekonomi Bakanı Yorgos Alogoskoufis'e göre bu operasyon Yunan halkını yüzde 25 daha zenginleştirecek.
(30 Eylül 2006 Cumartesi)

CHP anayasa değişikliğine soğuk

CHP, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin gündeme getirmeye hazırlandığı seçimle ilgili anayasa değişiklik paketi üzerinde hükümetle uzlaşmalarının güç olduğunu bildirdi.
NTV
ANKARA - CHP Grup Başkanvekili Ali Topuz, “Seçilme yaşının 25’e indirilmesi tek maddelik bir düzenleme olarak gelirse destek veririz” dedi.
Ali Topuz, anayasa değişiklik paketi konusunda henüz kendilerine ulaşan bir teklif olmadığını söyledi. Topuz, “Görmediğimiz bir teklif üzerinde konuşmak doğru değil ancak seçim yasalarını değiştirerek seçime gitme olanağı kalmamıştır” dedi.
Anayasa değişikliği için iktidarın, muhalefetin desteğine ihtiyaç duyduğunu belirten Topuz, AK Parti ile bir paket üzerinde mutabakata varmalarının güç olduğunu kaydetti. Topuz “Seçilme yaşının 25’e indirilmesi tek madde olarak gelirse destek veririz” dedi.

AB'ye uyum diye TSK taviz vermez
Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Yener Karahanoğlu, 'Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) Avrupa Birliği (AB) idealleri ve Avrupa Birliği uyum süreci uğruna Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin temel değerlerinin aşındırılmasına asla müsamaha gösteremez' dedi. Türkiye'nin AB üyeliğinin Kemalist Devrim'in hedeflerinden biri olduğunu belirten Oramiral Karahanoğlu, ancak bu süreçte Brüksel'den gelen talepler konusunda uyarılarda bulundu.
FIRSAT VERİLMEMELİ
İstanbul Tuzla'daki Deniz Harp Okulu'nun yeni öğretim yılı açılış töreni'nde konuşan Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Yener Karahanoğlu, öğrencilere Atatürkçü düşünce sistemi ile ilgili de bilgiler verdi.
Türkiye'nin AB'ye giriş sürecini de değerlendiren Oramiral Karahanoğlu, 'Türkiye'nin AB'ye yönelişi gerçekte temelleri 83 yıl önce atılan Kemalist devrimin hedeflerinden biridir' diye konuştu. Oramiral Karahanoğlu, konuşmasını şöyle sürdürdü: 'Çağdaş Türkiye, en az Avrupa Birliği üyesi ülkeler kadar ulusal çıkarlarına anayasal vazgeçilmezlerine ve gelecek kuşaklarının güvenlik ve refahına karşı hassastır. Ayrıca, geleceğini şekillendirmede Türkiye'nin kimsenin dayatmasına ve tavsiyesine de ihtiyacı yoktur. Bu süreçte, bilinmesi gerekir ki Türk Silahlı Kuvvetleri, Avrupa Birliği idealleri ve Avrupa Birliği uyum süreci uğruna Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin Anayasa ile belirlenmiş temel değerlerinden asla sarfı nazar edemez, edilmesine de, aşındırılmasına da müsamaha gösteremez. Hele bu süreç içinde karşı karşıya kalınacak talep ve istekler, ulusal onurumuzu, anayasal yapımızı, devletimizin hayati güvenlik ve dış politika çıkarları ile cumhuriyetin kuruluş felsefesinin vazgeçilmezleri ve ayrıca, ulusal birliğimizi sarsıyorsa, bu tavsiye ve taleplerin ne kadar ciddiye alınması gerektiğini yüce milletimizin takdirine sunuyorum.'
LAİKLİK UYARISI
Oramiral Karahanoğlu, laiklikten ve üniter yapıdan taviz vermenin onarımı mümkün olmayacak hasarların ortaya çıkmasına neden olacağını belirterek, 'Laiklik karşıtlarının güç kazandığını ve laikliğin yavaş yavaş yıpratıldığını görmenin bizleri düşündürmesi gerektiği kanaatindeyim' dedi. Müslüman Türk halkının Kuran'ı kendi diliyle okuyup anlama olanağına laik cumhuriyet sayesinde kavuştuğunu belirten Orgeneral Karahanoğlu, 'Türkçe ezan, gene aynı ortamda gerçekleşti. Ama çok partili siyasal sisteme geçildikten sonra karşı devrimcilere verilen bir ödün olarak ortadan kalktı' diye konuştu.
Ya terk edecekler ya boğulacaklar
DENİZ Kuvvetleri Komutanı Oramiral Yener Karahanoğlu, kimi iç ve dış mihrakların Türk Silahlı Kuvvetleri'ni (TSK) yıpratmak için işbirliği halinde saldırılarını yoğunlaştırdıklarını belirterek, 'Sonlarını kendileri hazırlayan bu zavallılara biz sadece acıyoruz. Bu mihraklar, ya onlar bu ülkeyi terk edecekler ya da Anadolu denizinde boğulacaklardır' dedi.
Oramiral Karahanoğlu, dersteki konuşmasında, TSK'nın görevinin 'Türk yurdunu ve Anayasa ile tayin edilmiş olan Türkiye Cumhuriyeti'ni kollamak ve korumak' olduğunu vurgulayarak, buradaki 'kollamak' kelimesinin 'gözetmek' anlamına geldiğini, 'vazife'nin de iç ve dış tehditlerin tamamını içerdiğini belirtti.

ANKARA - Birinci dereceye yükselen yargı mensupları belli oldu.
Resmi Gazete'nin bugünkü sayısında yayımlanan Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Başkanlığı kararına göre, Birinci dereceye yükselen ve 31/8/2006 tarihi itibariyle birinci sınıfa ayrılma incelemesine tâbi tutulacak olan adlî yargı hâkim, Cumhuriyet başsavcı ve savcıları ile idari yargı hâkimlerinin adlarını belirlendii.
Açıklamada, Ağustos 2006 döneminde birinci dereceye yükselme incelemesine girecek olanların ise listeye dahil edilmediği ve Birinci dereceye yükseldikleri ve sürelerini bitirdikleri hâlde bu listede adlarını göremeyenler yayım tarihinden itibaren 1 ay içinde Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna yazılı başvurmak sureti ile durumlarının incelenmesini isteyebilecekleri belirtildi.
A - HÂKİM SINIFI
Sicili Adı ve Soyadı Görevi
22008 Neşet EREN Silivri Hâkimi
22115 Faris BAŞARAN Tekkeköy Hâkimi
24408 Muammer AKÇAY Osmaniye Hâkimi
29963 Ahmet Nedim ÜNAL Burdur Ağır Ceza Mahkemesi Üyesi
37605 Arzu NOGAY Düzce Hâkimi
37549 Yurdanur BALKAN Körfez Hâkimi
32140 Nurcan ATEŞ Ceyhan Ağır Ceza Mahkemesi Üyesi
32398 Derya KONAK Kırklareli Hâkimi
33458 Ali Yücel ERDOĞDU Söke Hâkimi
33491 Şevki ULUÇAM Trabzon Hâkimi
33514 Erdoğan ŞİMŞEK İstanbul Çocuk Mahkemesi Üyesi
37523 Hatın KARATAŞ Şanlıurfa Hâkimi
38700 Sultan Semiha GÖKER Yargıtay Tetkik Hâkimi
38641 Erol TAŞ Yargıtay Tetkik Hâkimi
38433 Özgül ÖZKAN ÜRÜN Şereflikoçhisar Hâkimi
37544 Abdulkadir ÇAKIR Siverek Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı
37547 Selma EKER Dörtyol Hâkimi
38131 Sevil TOSUN KARATAŞ Sivrice Hakimi
37520 Mustafa DEMİREL Yargıtay Tetkik Hâkimi
38424 Gülay BEKAR ALPAN Gölcük Hâkimi
37146 Cüneyt AKDENİZ Şanlıurfa Hâkimi
37167 Hacı Hüseyin ORHAN Niğde Hâkimi
37206 Süleyman TOPRAK Kars Hâkimi
37281 Murat OKŞAN Gemlik Hâkimi
37293 Arif ALEMDAR Adalet Müfettişi
37309 Ali ATAY Vezirköprü Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı
37327 Ali BORA Çorum Hâkimi
37348 Mustafa GÖÇER Yargıtay Tetkik Hâkimi
38722 Esin ÇULHA Çorum Hâkimi
38817 Atila KARATOY Karaman Hâkimi
37152 Veysal BEKTAŞ Hukuk İşleri Genel Müdürlüğü Tetkik Hakimi
37161 Abdullah KAYA İstanbul Hâkimi
37171 Hakan DOĞAN Yargıtay Tetkik Hâkimi
37339 Osman KAYA Ağrı Hâkimi
37404 İhsan Tayfun DEMİRCİ Kahramanmaraş Hâkimi
37406 Yücel VAROL Köyceğiz Hâkimi
37411 Ali ERTAN Yozgat Hâkimi
37464 Oktay DAYİ Oltu Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı
38714 Naci AYDIN Bartın Hâkimi
38785 İsmail KURT Orhaneli Hâkimi olup Ceza İşleri Genel Müdürlüğü yetkili Tetkik Hâkimi
37280 Mehmet TÜFEKÇİBAŞI Kahramanmaraş Hâkimi
40334 Cebrail YAŞAR Erdemli Hâkimi
B - SAVCI SINIFI
23124 Ekrem Çetin HAKTANIR Gerede Cumhuriyet Savcısı
24059 Tuna GÜNGÖR Adıyaman Cumhuriyet Savcısı
24621 Adnan DEMİR Körfez Cumhuriyet Savcısı
29888 Ali Hacı İBRAHİMOĞLU Sakarya Cumhuriyet Savcısı
30878 Mustafa GÖKAY Kozan Cumhuriyet Savcısı
37589 İsmail KOCAOĞLU Nazilli Cumhuriyet Savcısı
32328 Muhittin YILDIRIM Karabük Cumhuriyet Savcısı
37118 Mustafa ÇİÇEK Pendik Cumhuriyet Savcısı
38761 Can Şükrü GENÇKAN Amasya Cumhuriyet Savcısı
38560 Bekir TOPRAK Burdur Cumhuriyet Savcısı
37526 Oğuzhan Atamtürk UYAR Aliağa Cumhuriyet Savcısı
35879 Selim ÇORBACIOĞLU Osmaniye Cumhuriyet Savcısı
37091 Baki Yiğit ÇAKMAKKAYA Hopa Cumhuriyet Savcısı
37204 Halim GÖKSU İnegöl Cumhuriyet Savcısı
37220 Bayram ERTAŞ Muş Cumhuriyet Başsavcısı
37221 Mukaddem GEZER Gebze Cumhuriyet Savcısı
37302 Tuncer ÇETİN Nazilli Cumhuriyet Savcısı
37322 Ahmet ÇAM Geyve Cumhuriyet Savcısı
37334 Tuncay DEMİRCİ Alaşehir Cumhuriyet Savcısı
37372 Ali ÖZTÜRK Menemen Cumhuriyet Savcısı
37400 Mendires ARICAN Kozan Cumhuriyet Savcısı
37414 Mithat KUTANOĞLU Bayburt Cumhuriyet Başsavcısı
37537 Savaş DÜZGÜN Finike Cumhuriyet Savcısı
37575 Mahmut TOKMAK Zile Cumhuriyet Savcısı
38710 Hayati KESKİN Boyabat Cumhuriyet Başsavcısı
37143 Şeyhmus ŞAT Sivas Cumhuriyet Savcısı
37157 Ünal BİNGÜL Erzurum Cumhuriyet Savcısı
37159 İlker ÇETİN Didim Cumhuriyet Başsavcısı
37163 Mehmet ÇITANAK Erdemli Cumhuriyet Savcısı
37186 Serdar GÜR Bağcılar Cumhuriyet Savcısı
37192 Metin ATEŞ Şile Cumhuriyet Savcısı
37196 Abdullah Fuat KOCATEPE Menemen Cumhuriyet Savcısı
37229 Ali Metin DOĞAN Edirne Cumhuriyet Savcısı
37245 Ali İhsan GÜLDEMİR Bakırköy Cumhuriyet Savcısı
37298 Muhittin BAYIRKÖYLÜ Çorlu Cumhuriyet Savcısı
37304 Yusuf Taner YILDIZ Mersin Cumhuriyet Savcısı
37506 Mustafa DURMUŞ Hatay Cumhuriyet Savcısı
37529 Turhan ELBİSTAN Adana Cumhuriyet Savcısı
37532 Ali BAHADIR Serik Cumhuriyet Savcısı
37566 Cengiz KAPUSUZ Ereğli (Konya) Cumhuriyet Savcısı
37584 Onur OĞUZER Bandırma Cumhuriyet Savcısı
38436 Sırrı TOPLUYILDIZ Üsküdar Cumhuriyet Savcısı
38485 Yaşar Sami BÖLÜKBAŞI Çatalca Cumhuriyet Savcısı
38644 Mustafa KIZILATEŞ Tarsus Cumhuriyet Savcısı
38655 Bülent ALBAYRAK Çat Cumhuriyet Savcısı olup Adli Sicil ve İstatistik Genel Müdürlüğü yetkili Tetkik Hâkimi
38687 Osman İlter DOGAN Adalet Müfettişi
38693 Fahrettin Kemal YERLİ Salihli Cumhuriyet Savcısı
38695 Emrullah İSKENDEROĞLU Samsun Cumhuriyet Savcısı
37177 Sacit AKDAĞ Kestel Cumhuriyet Savcısı
37509 Hasan YILDIRIM Yargıtay Tetkik Hâkimi
C - İDARİ YARGI
38346 Sebahattin ÜNAL Danıştay Tetkik Hâkimi
38439 Uğur ŞAHİN Mersin Vergi Mahkemesi Başkanı
38043 Hüseyin MISIR Danıştay Tetkik Hâkimi
38052 Tarık ÖZDİREK İzmir İdare Mahkemesi Üyesi
38048 Muhammet Önder TEKİN Danıştay Tetkik Hâkimi
37897 Hamza EYİDEMİR Danıştay Tetkik Hâkimi
37906 Tekin YALIM Edirne Bölge İdare Mahkemesi Üyesi
37913 Engin KAZAK İstanbul İdare Mahkemesi Üyesi
37973 Ertan ERKAN Ankara İdare Mahkemesi Üyesi
38009 Mustafa ARSLAN Mersin İdare Mahkemesi Başkanı
38023 Önder GÜLAÇTI İstanbul Vergi Mahkemesi Üyesi
38455 Haşim GÜNEY Danıştay Tetkik Hâkimi
37789 Sadık SAĞLAM İzmir İdare Mahkemesi Üyesi
37819 Hasan DELİCE Danıştay Tetkik Hâkimi
37823 Muhammet Ali ÖZTÜRKLER Bursa İdare Mahkemesi Üyesi
37831 Adnan DİKENLİ Danıştay Tetkik Hâkimi
37860 Mustafa ARIK Bursa İdare Mahkemesi Üyesi
37861 Mehmet BARIŞ Erzurum Vergi Mahkemesi Başkanı
37867 Ergün GÖKDAM Danıştay Tetkik Hâkimi
37909 Erkan KUNDURACI Danıştay Tetkik Hâkimi
37985 Fetih SAYIN Danıştay Tetkik Hâkimi
38005 Dr. Meriç ERDOĞAN Aydın Vergi Mahkemesi Üyesi
38008 Hasan UZUNOVA Sakarya İdare Mahkemesi Başkanı
38041 İsmail KURUMLU Adana Vergi Mahkemesi Üyesi
38054 Ali ÜZER Samsun Vergi Mahkemesi Üyesi
38055 Mürsel İYİDOĞAN Erzurum İdare Mahkemesi Üyesi

Mazlumder: 'Sivillere yönelik saldırılar artıyor'
Mazlumder Genel Başkanı Ayhan Bilgen, son üç ay içerisinde sivillere yönelik saldırıların ve yaşam hakkı ihlallerinin arttığını kaydetti.
(ANKA)-Mazlumder Genel Başkanı Ayhan Bilgen, son üç ay içerisinde sivillere yönelik saldırıların ve yaşam hakkı ihlallerinin arttığını belirterek, can güvenliği açısından önemli boyutlarda bir tehlikenin söz konusu olduğuna dikkat çekti.
Ayhan Bilgen, yaptığı açıklamada, temmuz, ağustos ve eylül aylarında yaşanan insan hakları ihlallerine ilişkin değerlendirmede bulundu. Bilgen, son üç ay içerisinde sivillere yönelik saldırılar dolayısıyla gerçekleşen yaşam hakkı ihlallerinde ciddi bir artış yaşandığına dikkat çekti. Kuşadası, Marmaris, Antalya ve Diyarbakır başta olmak üzere bombalı saldırılarda çok sayıda sivilin yaralanması ve hayatını kaybetmesinin yanında mayın patlaması sonucu çocuk ölümleri yaşandığını vurgulayan Bilgen, çatışmalarda hayatını kaybedenlerle birlikte ele alındığında can güvenliği açısından önemli boyutlarda bir tehlikenin söz konusu olduğuna işaret etti.
Bilgen, Batman’da Mizgin Özbek isimli 10 yaşındaki çocuğun araç içersinde vurularak hayatını kaybetmesi, işkence iddiaları ile ilgili özellikle askeri cezaevlerinden kaynaklı şikayetlerin boyutlarının endişe verici olduğunu belirtti. Bilgen, Adana 6. Kolordu Komutanlığı Askeri Cezaevinde yakınlarının Abdurrahman Taşdelen isimli tutuklunun vücuduna zımba basılarak işkence yapıldığı iddiasını hatırlattı.
Geçtiğimiz aylarda linç olayları ile ilgili ihlal vakalarında önemli bir yoğunluk olduğunu vurgulayan Bilgen, linç olaylarına ilişkin yeterli takip ve soruşturmanın yapılmadığını, bunun da toplumsal barış ve bir arada yaşama açısından ciddi bir risk içerdiğini kaydetti.
Bilgen, İstanbul Fatih’te İsmailağa Camii’nde yapılan saldırının yeterince aydınlatılamamış olması da benzer olayların kaos ve faili meçhul olaylarının artışına sebep olacağı kuşkusunu doğurduğunu dile getirdi. Bilgin, “Görgü tanıklarının iddiasına göre Batman’da yaralı olarak sağ yakalanan HPG’li Cennet Dirlik’in infaz edilmesi de kamuoyunda tartışma konusu olmuştur. Benzer bir muameleye maruz kalan Abbas Eman ile ilgili basın açıklaması yapan Şanlıurfa’daki İHD, Mazlumder, KESK yöneticileri hakkında savcılık inceleme başlatmıştır” dedi.
İfade özgürlüğü ve 301’inci maddeden açılan davaların son 3 aya damgasını vuran olaylar arasında sıralayan Bilgin, çok sayıda gazeteci ve yazarın yargılanmaları ifade özgürlüğüne yönelik yargı yolu ile yıldırma tutumu olduğunu belirtti. Bilgin, Atılım Gazetesi ve Özgür Radyo yöneticilerine yönelik operasyonlarda çok sayıda kişinin tutuklandığını da hatırlattı.

'Yargı örgütü' ilk engeli yargıyla aştı
Hâkim ve savcıların ilk örgütlenmesi olan YARSAV (Yargıçlar ve Savcılar Birliği) kuruluşu aşamasındaki ilk engeli, yargı kararıyla aştı. Danıştay, hakim - savcıların YARSAV'a üye olamayacağını savunan Ankara Valiliği'nin işlemini durdurdu. Kararı veren 10'uncu Daire'nin Başkanı Ali Güven ile bir üyesi YARSAV'ın kurucusu oldukları ve tarafsız kalamayacakları gerekçesiyle davadan çekildiler. Bu nedenle heyete dışardan iki yargıç eklendi.
Ersan ATAR - Özge TATAR

İş Bankası, Halis Ağa’nın malikanesini istedi
İş Bankası’na olan 21 milyon YTL’lik kredi borcunu ödemeyen Halis Toprak, icralık oldu
Halis Toprak’tan alacağını tahsil edemeyen İş Bankası, Toprak’ın gayrımenkullerinin bağlı bulunduğu icra müdürlüklerine yazı yollayarak haciz işlemlerinin başlatılması talimatında bulundu. Talimat doğrultusunda Toprak’ın TMSF’nin el koyduğu İstinye’deki boğaza nazır malikanesi ile toplam 8 bin 721 metrekarelik arazisinde kıymet takdiri yapılması kararlaştırıldı.
DEĞER TESPİTİ YAPILACAK
Önümüzdeki günlerde atanacak bilirkişi tarafından İstinye Caddesi Kayıkçı Hüsnü Sokağı mevkiindeki 55 pafta, 1060 ada ve 218 parsele kayıtlı gayrımenkulde değer tespiti çalışması yapılacak.
İş Bankası geçtiğimiz günlerde avukatları aracılığıyla İstanbul 10. İcra Dairesi’ne başvurdu. Ancak Toprak’ın mal varlığına, TMSF tarafından el konulmasından dolayı herhangi bir ödeme yapılmadı.

Kanımızı donduran pazarlık
Yeniden Sağlık ve Eğitim Derneği ile Uluslararası ECPAT'ın (Asya Ülkelerinde Çocuk Fuhuşuna, Çocuk Pornografisine Son) ekibinin yaptığı araştırmaya göre porno film çekimleri için, Türkiye'de ilden ile çocuk transferleri yapılıyor. Bir yıl süren araştırmaya göre, Adana ve Mersin'den Diyarbakır'a, diğer illerden de İstanbul ve Antalya'ya porno filmlerde oynatılmak için çocuklar getiriliyor bu filmler yurtdışına gönderiliyor.
ERKEK ÇOCUKLARA DİKKAT
Sokaklara itilen çocukların kullanıldığı porno fimler 'Liseli, Çıtır, Lolita' adları altında pazarlanıyor. Ticari cinsel sömürü mağduru çocukların istisnasız hepsinde fiziki ve psikolojik rahatsızlıklar var. ECPAT Genel Başkanı Carmen Madrinan'a göre, Türkiye çocuk pornografisinde doğu ile batı arasında köprü konumunda ve Türkiye'de erkek çocuklarına yönelik de ciddi istismar söz konusu.
CİNAYETLİ DE VAR ABİ!
Araştırmanın izini İstanbul'da süren AKŞAM muhabirlerinin karşılaştığı durum da, bu pazarın ne denli büyük ve aleni olduğunu gözler önüne serdi. Korsan ürün satışının kalesi haline gelen Kadıköy Çavuşpaşa Sokak'ta CD satıcılarıyla irtibata geçen AKŞAM muhabiri, kan donduran pazarlıklara şahit oldu. 'Program CD'si var' diyerek ellerindeki bir iki korsan ürünü sallayan satıcılar, müşterinin ilgili davranması halinde kısa sürede muhabirimizle samimiyet kurdu. 'Abi ne istersen var' diyerek karşı tarafa sinyal gönderen alıcılar, 3-5 YTL arasında fiyatlarla müşterilerine porno CD'leri kolayca veriyor. Ancak iş çocuk pornosuna gelince satıcılar biraz daha temkinli davranıyor. Müşteriyi bir süre inceleyip polis olup olmadığına karar vermeye çalışan korsan satıcılar, emin olmaları halinde yanlarına bir de arkadaşlarını alarak, 'Beni takip et abi' diyor. Ara sokaklara giren satıcı, iş hanlarının kuytu köşelerindeki bir iş yerine girmenizi istiyor. Burada 'Nasıl bir şey' istediğinizi soran satıcı, müşterisine güven vermek için çocuk pornosu pazarının birbirinden iğrenç alternatiflerini sıralıyor: 'Tecavüz var, kaçırılma var, cinayet bile var abi.'
KORKUNÇ PAZARLIK
Pazarlık, müşterinin giyimine ve isteklerine göre değişiyor. Yaşları 7-14 arasında değişen kız ve erkek çocuklarına tecavüz görüntülerinin yer aldığı CD'ler 10-30 YTL arasında satılıyor. Ancak bu tecavüzlerin cinayetle bittiği filmlerin fiyatları daha da yüksek: 100 YTL. Müşterinin rahat seçim yapması için bir işhanının arka bölümlerindeki minik ofislerde kurulan korkunç tezgahta ağırlıklı olarak Orta Avrupalı çocukların kurban seçildiği filmler satılıyor. Türkiye'de çekilenlerse Avrupalı zengin çocuk pornosu bağımlılarının eline ulaşıyor. İki saatlik bir gezintiyle İstanbul dışından geldiğini ve bulabildiğince çok 'film' almak istediğini söyleyen muhabirimiz, 10 CD'yle ayrılıyor bu korkunç pazardan. Satıcılar da yeni müşterilerini, 'Memnun kalacaksın abi, yine bekleriz' diyerek uğurluyor. Cinayetle biten tecavüz görüntülerini sorduğumuzda biraz temkinli bir yanıtla karşılaşıyoruz. Abi elimizde kalmamış, ver adresini eve yollayalım!
Önlem alınmazsa Tayland gibi oluruz
Türkiye'nin önlem alınmazsa çocuk seksi merkezi haline gelebileceğini belirten Prof. Dr. Oğuz Polat, 'Yedi yaş üstü kızları sokakta göremezsiniz. Çünkü seks tacirlerinin eline düşüp uyuşturucu bağımlısı hale getiriliyor ardından da hem fuhuşta kullanılıyor hem de porno çektiriliyor. Böyle giderse Türkiye, çocuk seksi için Avrupalıların geldiği bir ülke olacak. İstanbul, Kuşadası ve Marmaris'ten böyle söylentiler duyuyoruz. Şehirlerarası çocuk transferi var ve ülke doğu ile batı arasında bu anlamda köprü durumunda. Mesela Diyarbakır'ın Ofis semtinde 23.30'dan sonra erkek çocukların satışı başlıyor'diye konuşuyor.
20 YILA KADAR CEZA
Yabancı bir siteden bile indirilen çocuk pornosu görüntülerinin izini süren polisin yasal işlem başlatacağını belirten yetkililer, 'TCK 103'te çocukların cinsel istismarı 3 yıldan 8 yıla kadar hapis cezasını kapsar' diyor. Avukat Aşkın Yaşar Topuzoğlu da TCK'nın 226'ncı maddesine göre çocuklara her türlü müstehcen yayını gösteren ya da veren kişi 6 aydan 2 yıla kadan hapis cezası aldığını, çocukları porno yayınlarda kullanmanın cezasının ise 5 yıldan 20 yıla kadar hapis olduğunu açıkladı. Ancak Google'da çocuk pornosu taraması karşımıza 1.750.000 sonuç çıkıyor olması da düşündürücü.
Korkunç diyalog
SATICI : Abi program CD'leri var
MUHABİR: Neler var elinde
S.: Abi ne ararsan var, (Ağız yokluyor)
M.: Miki (Pornonun sokak dilindeki adı) filmi de var mı ?
S.: Var abi ama ne arıyorsun (Müşteriyi temkinli bir şekilde süzerek polis olup olmadığını anlamaya çalışıyor)
M.: Yahu eğlencelik bir şeyler arıyorum işte
S.: Bulalım abi, sen yeter ki iste (gülüyor)
M.: Peki fiyatları nedir?
S.: Abi 3 liradan başlıyor.
M.: Tamam para sorun değil. Ne türler var senin elinde bakalım?
S.: Abi Amerikan pornosu, Fransız pornosu, hayvan pornosu ne ararsan var.
M.: Çocuk pornosu da var mı?
S.: ....Var abi, ama yanımda yok.
M.: Tamam gidip alalım.
(Satıcının işaretiyle yanımıza bir kişi daha yaklaşıyor. Kadıköy Palas İşhanı'na gidyoruz. Koridorda bekletiliyorum. Satıcı elinde filmlerle geliyor)
S.: Abi beklettim ama mallar çok güzel.
M.: Çocukta ne çeşitler var
S.: Abi bunlar yeni. Tecavüz, dövmeli, kaçırmalı... İstersen cinayetli bile buluruz.
M.: Cinayet mi?
S.: Niye şaşırdın. Al bunları, memnun kalacaksın. Ama biraz tuzlu.
20-100 arası
M.: Gerçek cinayet mi bunlar?
S.: Bilmiyoruz, gerçek gibi...
M.: Peki bana onlardan getir.
S.: Kalmamış, adresini ver getirelim abi!
FİLMLERE KONU OLDU
Amerikan Sineması'nır çocuk pornosu, şiddet ve cinayeti içeren en iyi yapımlardan birisi başrolü Nicholas Cage'in oynadığı '8MM' adlı film. Filmde zengin bir dul, kocasının özel kasasında 8 mm'lik bir film bulur. Filmde bir genç kız vahşice öldürülmektedir ve kadın bunun gerçek bir çekim mi olduğunu öğrenmek ister. Dedektif Tom Welles'ikiralar. Bir çocuk sahibi Wells kendini birdenbire pornografi dünyasında buluverir. Filmde öldürülen kızın izini takip etmeye çalışırken, diğer kurbanları da aramaya başlar.
Zana YAVUZ

Mersin`de 4 kişi avukata saldırdı
Mersin`de bir avukat, kimliği henüz belirlenemeyen 4 kişinin yumruklarla saldırısı sonucu yaralandı.
Yazı boyutunu büyütmek için Alınan bilgiye göre, Mersin Barosu avukatlarından Şemsettin Demirhan (52), Hastane Caddesi Tekçay İşhanı`ndaki bürosuna gitmek üzere binaya girdiği sırada, kimliği henüz belirlenemeyen 4 kişi, Demirhan`a yumruklarla saldırdı. Aldığı darbeler sonucu çeşitli yerinden yaralanan Demirhan, Mersin Devlet Hastanesine kaldırılarak, tedavi altına alındı. Demirhan`ın durumunun iyi olduğu öğrenildi. Bu arada Mersin Barosu Başkanı İsa Gök, genelde icra davalarına baktığını belirttiği Demirhan`ı hastanede ziyaret ederek, sağlığı hakkında bilgi aldı. Yetkililer, eşgalleri belirlenen saldırganların yakalanması için çalışmaların sürdüğünü bildirdiler. AA

Magandaya 48 yıl ceza
Adana'da 2004 yılında işyerini bastığı kişilere pompalı tüfekle yaylım ateşine tutup, bir öğrencinin ölümüne, 3 kişinin de yaralanmasına neden olan Selçuk Emirler, yeni TCK uyarlama duruşmasında 48 yıl 4 ay hapis cezasına çarptırıldı. Hakim karşısına çıkan tutuklu sanık Emirler, kavganın ortasında kaldığını iddia ederek, "O sırada hayatım söz konusuydu. Ortada kalmıştım. Öldürmek isteseydim hepsini öldürebilirdim. Cezamın indirilmesini istiyorum" şeklinde kendini savundu. TCK'ya göre ceza 36 yılı geçemeyeceğinden Emirler'in cezası 36 yıla indirildi.
Nazan ERDEM / MERKEZ

HSYK`DAN REKOR iHRAÇ
Hakİmler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK), bu yıl bir rekora imza atarak 17 hakim ve savcıyı `mesleğin şeref ve onurunu ve memuriyet nüfuz ve itibarını bozacak nitelikte` davranışlar sergiledikleri gerekçesiyle ihraç etti. 2005`de 9, 2004`de de 7 hakim ve savcının meslekten atıldığını belirten Adalet Bakanlığı yetkilileri, 2006`nın ilk 9 ayında ise bu rakamın 17`ye çıktığını vurguladı. Yetkililer, `Bu yıl bir rekora imza atıldı. İlk kez bu kadar çok hakim ve savcı meslekten ihraç edilmiş oldu` görüşünü ifade ettiler. HSYK istatistiklerine göre, son 5 yıl içerisinde 832 hakim ve savcı hakkında disiplin soruşturması başlatıldı. Yapılan inceleme sonrası 82 hakim ve savcı hakkında `yer değiştirme cezası` verildi.Meslekten ihraç edilen hakim ve savcıların avukatlık dahi yapamadığına dikkat çeken yetkililer, ihraç edilen hakim ve savcıların tamamının erkek olduğunu vurguladılar.

Aman çarpışmayalım!
AB Komisyonu`nun genişlemeden sorumlu üyesi Olli Rehn: Reformları hızlandırmak, AB ile Türkiye arasındaki bir çarpışma ve müzakere sürecini dondurmaktan kaçınmanın en iyi yolu
DIŞ HABERLER SERVİSİ
Türkiye`ye son zamanlardaki en açık uyarılarından birini yapan AB Komisyonu`nun genişlemeden sorumlu üyesi Olli Rehn, Ankara`nın reform sürecine ivme kazandırmaması halinde Türkiye ve AB arasında bir `çarpışma` yaşanmasının önlenemeyeceğini belirtti. Türkiye ile AB arasında müzakerelerin başlamasının birinci yıldönümünde, önümüzdeki salı ve çarşamba günleri Ankara`ya bir ziyarette bulunacak olan Rehn, Finlandiya`nın YLE televizyonuna yaptığı açıklamada, `Reformları hızlandırmak, AB ile Türkiye arasındaki bir çarpışmadan ve müzakere sürecini dondurmaktan kaçınmanın en iyi yolu` dedi.
`Paketler gündemde`
Türkiye`nin limanlarını Kıbrıs Rum kesimine açmaması konusundaysa Rehn, `AB Komisyonu`nun da desteğiyle Finlandiya`nın bu konuyu Kıbrıs`taki her iki taraf ile Türkiye ve diğer taraflarla görüştüğünü ve bildiği kadarıyla tarafların bu konuyu tarttıklarını` söyledi.
Rehn, taraflara mesajının, `Bu fırsata hiçbir şekilde `hayır` dememeleri` olacağını, çünkü bunun bir fikir ayrılığından ve müzakere sürecinin dondurulmasından kaçınmak için çok önemli bir fırsat olduğunu` kaydetti.
Türkiye`de Meclis`in AB`nin bazı taleplerini karşılamak üzere bir reform paketini gündemine aldığını hatırlatan Rehn, bu paketin ekimde onaylanmasını umduğunu belirtti.
`Sivil özgürlükler önemli`
Olli Rehn, `İfade özgürlüğü ve diğer sivil özgürlüklerin` gelecek birkaç yıl içinde güçlendirilmesi konusunun, Türkiye`nin AB yolunda ilerlemesinin önemli unsurlarından biri olacağını da belirtti.
İngiliz Reuters ajansı abonelerine Rehn`in açıklamasını duyurduğu haberinde, son dakikada gerçekleştirilecek reformların, AB Komisyonu`nun kasım ayında yayımlayacağı ilerleme raporuna olumlu şekilde yansıyacağına dikkat çekti.
`Düzeltme şansınız var`
`Türkiye ile AB arasında olası bir tren kazası yaşanabileceği` söylemini özellikle bu yılın ilk yarısında defalarca kullanan Rehn`in, son dönemlerde yine bu söyleme dönmesi dikkat çekiyor. Rehn`in, `Tren kazasını önleme` vurgusunu öne çıkarması, Türkiye`ye, `Durumu düzeltme şansınız var` mesajı vermeyi amaçlıyor.
Rehn ve ekibi, reform sürecinin canlandırılmasının ve kapsamlı birkaç adım atılmasının `Türkiye`nin savunulmasını ve bu zorlu dönemin en az zararla atlatılmasını` kolaylaştıracağını düşünüyor. Böylece Ek Protokol kaynaklı sorunların yaratacağı olumsuz sonuçların da asgari düzeyde tutulması amaçlanıyor. 301. madde beklentisi
İlerleme Raporu`nun yayımlanacağı 8 Kasım`a kadar Rehn`in en büyük beklentisini, halen TBMM`de olan 9. uyum paketinin bir an önce geçmesi ve 301. madde konusunda adım atılması oluşturuyor. Brüksel`de de 301. maddede atılacak bir adımın çok büyük olumlu katkı yapacağı beklentisi hakim.

Y A Z A R L A R

Nihayet AB için strateji
Zeynep GÖĞÜŞ

AVRUPA Parlamentosu’nda 25 üye ülkeden üçte biri kadın olan toplam 732 milletvekili var. İçlerinde Türkiye’ye en yakın grup Yeşiller.
Böyle olmasının sebebi, hem Yeşiller’in yapıları gereği en "doğrucu davut" parti olmaları, hem de çok sayıda Türk siyasetçiyi barındırmaları.
Batı Avrupa’ya Türk göçü 45 yılı geride bırakırken, ikinci ve üçüncü kuşak Türklerin tercihinin sol partiler olması doğal; çünkü yabancılara karşı en fazla hoşgörü bu kanatta. Gelgelelim Avrupa Türklerinin siyasetteki başarıları kolay hazmedilir bir durum değil. Nitekim Hollanda’da ve Belçika’da Türk kökenlileri geri püskürtmek için bahane buldular: "Ya Ermeni soykırımını itiraf et, ya da istifa et!" Etmeyeni partiden ihraç etmeye başladılar. Bazı Türk kökenli siyasetçiler üzerinde "hiç olmazsa kapalı oturumda itiraf et" diye baskı var.
Bu tür baskılar, Türklerle Ermenileri barıştırmaz, ama AB ülkelerini kendi içlerindeki Türk toplumuyla küstürür.
* * *
Bizim bu noktada yapmamız gereken yılgınlığa mı kapılmak, yoksa bilgilendirme taarruzuna mı geçmek? Ben ikincisinden yanayım. Örneğin Avrupa’da kaç kişi, geçen yüzyılın başında imparatorluk küçülürken Balkanlar’dan koparılıp Anadolu’ya sığınan Türklerin sayısının 5 milyon olduğunu biliyor?
Sirkeci İstasyonu’nda çekilen Rumeli göçmenlerinin fotoğrafları ile Ermeni tehcirine uğrayanların fotoğraflarını birbirinden ayırt etmek o kadar kolay değil.
Kendimden örnek vereyim. 1940’lı yıllarda Makedonya camilerinde Sırplar tarafından kurşuna dizilen kuzenlerimin intikamı için Avrupa Parlamentosu’nun kapısını çalarsam ne olacak? "Bir sen eksiktin" demelerini beklerim açıkçası!
* * *
Avrupa’da kaç kişi, 1915’teki çok taraflı vahşetin Anadolu topraklarına hákim olma mücadelesi için verilen üçlü bir savaşın parçası olduğundan haberdar? Doğrusu o ki bu topraklara hákimiyet için Türkler, Ermeniler ve Rumlar savaştılar. Türkler ve Kürtler birleştiler, Rumlara ve Ermenilere karşı galip geldiler.
Anadolu’ya milliyetçilik ideolojisini kim bulaştırdıysa önce onlar özür dilesin. Milliyetçiliğin Türklere en geç ve ancak acı verecek bir şekilde dürtüldükten sonra sirayet ettiğini bilmiyor iseler, Avrupalı dostlarımıza bunu da anlatmak gerekir.
AB üyesi ülkeler genel anlamda Türkiye’den çok daha milliyetçidir, ama bu başka bir yazının konusu.
Avrupa Parlamentosu’nu küçümseyenlere gelince, onlara katılmıyorum. Son Türkiye raporunda Ermeni soykırımını tanımak üyelik için koşul olmaktan çıktı diye rehavete kapılamayız. Radikal Ermeni grupları, mutlaka karşı atağa geçecekler. Aynı şekilde Kıbrıs için de Türkiye’nin anlatacak çok lafı var. Neyse ki Ankara’nın bütün bu faaliyetleri bundan böyle hazırlanmakta olan bir strateji çerçevesinde planlı programlı yapacağına dair Başbakanlık’tan sinyal aldık. Kolay gelsin diyoruz.

Adalet
Murat Belge - Radikal
30/09/2006 (772 kişi okudu)
Bir toplumu meydana getiren halk, hayatında adalet kavramının geçerli olduğuna dair inancını kaybederse, öyle bir toplum kolay kolay iflah olmaz.
Doğulu, Ortadoğulu toplumlarda, bu 'adalet' özlemi çok daha köklüdür, nedeni de gayet basit: onsuz yaşadıkları inancı çok daha eskidir.
Onun için bizde İkinci Meşrutiyet ilan edildiğinde, sokaklara dökülen ahali, Fransız Devrimi'nden öğrenilen üç talebe bir de dördüncüsünü eklemişti: 'Hürriyet, müsavat, uhuvvet', evet. Ama eklenen o dördüncü, hepsinin önündeydi: 'Adalet, hürriyet, müsavat, uhuvvet.'
Tabii bunların böylece bağırılması, burada olan olayı bir 'devrim' olmaktan çıkarır. İnsanlar sokağa çıkmış 'adalet!' diye bağırıyorlarsa, kendilerine var olandan 'daha adil' bir adalet sağlayacak bir 'otorite'yi çağırıyorlar demektir. Durum buysa, bundan çıkarılacak sonuç da basit: bu insanlar devrim mevrim yapmamış... Devrimi yapan, 'adalet' diye bağırma gereğini duymaz, çünkü bundan böyle adaleti kendisi sağlayacaktır, zaten devrimi de bunun için yapmıştır.
İkinci Meşrutiyet 'devrim'imizde hava bu değildi ve olan da zaten devrimden başka bir şeydi. Belki bu öz Türkçe 'devrim' reolojizmi de Türk bilinçaltında 'révolution' kavramının nasıl algılandığını anlatıyor bize. 'Devrim', besbelli, 'devirmek'ten gelen bir şey. Oysa 'révolution'un, en azından kâğıt üzerindeki anlamı, bir şeyi 'devirmek'ten çok yeni bir şeyi 'kurmak' olmalı. Bizde ve bizim gibi toplumlarda ise (Marx ile Engels'in daha çok mektuplaşmalarında sık sık değindikleri şekilde) iktidarların sık sık alaşağı edilmesi alışılmış bir olaydır.
Ama 'iktidardaki' değişti diye, iktidarın yapısı değişmez, yani 'yeni' bir şey kurulmaz.
Böyle olunca da, 'Meşrutiyet ilan edildi' diye -bunun ne anlama geldiğini anlayıp- sokağa dökülen atalarımız, her şeyden önce 'adalet' diye bağırmışlardı. Bir 'devrilen' olduğuna göre, bir de 'onun yerine çıkan' olacaktı. Bu, her kimse, 'biz'den başka biriydi, tanım gereği. 'Adalet' diye bağırarak, bir öncekinden daha 'âdil' olmasını sağlamaya çalışıyordu o tarihteki atalarımız.
Sonra daha başka 'devrim'ler de yaşadık, ama bu temel durum değişmedi. 'Adalet' ihtiyacı da azalmadı. Bugün gene bir sarsıntı olsa, sokaktaki adamın içgüdüsel tepkisi 'adalet' diye bağırmak olur. Bir toplum 'demokrasi'yi öğreninceye kadar bu iş böyle gider zaten.
Ama bu bir kısırdöngü. 'Adalet'in bir türlü sağlanamadığı bir toplumda da demokrasi olmaz, demokrasi yönünde kaydadeğer bir kıpırtı olmaz. Niye olsun ki?
Bugünlerde Türkiye'de, 'adalet' denince, 301. madde çevresinde dönen birtakım davalar ve onların karşısında takınılan çeşitli tavırlar akla geliyor. Aslında Türkiye dışında da herkesin aklına gelen bu (dünkü yazıda söylediğim gibi, şu günlerde, 301'den açılmış davalar, Türkiye'nin imgesini oluşturuyor Avrupa'da). Olli Rehn, örneğin, bunları 1000 kere anlattığını söyleyip "Bu tür maddeleri uygulayıp yazarları ve gazetecileri yargılayan bir ülkenin AB üyeliğini düşünemiyorum" diyor. Ama Adalet Bakanı Cemil Çiçek de yargıç ve savcıların 'ince ayar' yaptığını söyleyip, 'sabırlı' olmamızı salık veriyor. Bu iki yaklaşımın uyuşmazlığı ortada. Ama Cemil Çiçek ve benzerleri demokrasiyi herkesin aklına geleni söylemesi olarak anladıkları için olsa gerek, Rehn'in dediğiyle bu 'sabır' tavsiyesinin bir arada var olabileceğine inanıyorlar.
301 ve onun çevresinde dönenler şüphesiz çok önemli. Bu ülkede 'adalet' kavramının bir yere oturmadığının göstergesi olarak devam edip gidiyorlar ('Hukukçular Derneği'nin yanı sıra vazifeşinas savcıların da katkılarıyla). Ama bu toplumda insanların 'adalet' kavramıyla selamı sabahı kesip haklarını kendi bildikleri biçimde aramalarının asıl nedeni bunlar değil. 301 ve benzerlerinden çok farklı yerlerde olan öyle şeyler var ki, onların olduğu bir ülkede, 'adalet' kelimesinin herhangi bir anlamı olduğuna inanmak mümkün değil. İlk cümleme döneyim: adalet kavramının geçerliliğine inancını yitirmiş bir toplum, kolay kolay iflah olmaz.

‘Karşıdevrim’ dediğiniz demokrasi olmasın?
Ahmet KEKEÇ
akekec@stargazete.com
Son bir hafta içinde üç adet ‘Paşa konuşması’ dinledik. Üç değerli konuşmacı da ülke ve dünya meseleleri hakkında ilginç görüşler öne sürdüler, tehdit değerlendirmelerinde bulundular.
Gerçekten ilginç görüşlerdi.
Güvenlik meseleleriyle ilgili olmadığı için de, ‘orijinal’di.
Konuşmacılardan sonuncusu, mesela, ‘karşıdevrim tehlikesi’ne dikkat çekiyordu. Hayır, orijinal olan karşıdevrim tehlikesine dikkat çekilmiş olması değildi. Zülfü Livaneli her gün yazıyor bunu. Yeni bir tarafı yok... Orijinal olan, ‘karşıdevrim’ nitelemesinin, ilk kez bir asker tarafından kullanılmış olmasıydı.
Ezan’ın Arapça’ya dönüştürülmesi karşıdevrimcilerin elini güçlendirmiş. Böyle diyordu konuşmacı. Motamot böyle demiyordu da, bunu demeye getiriyordu.
Herkes her şeyi söyler. Söylemelidir de... Beni, değerli konuşmacının söylediklerinden çok, ‘karşıdevrim’ nitelemesi rahatsız etti.
Nedir karşıdevrim?
Şu:
1950 seçimlerini DP kazanmış, CHP kaybetmiş. Bu karşıdevrim oluyor. Parlamentoda çoğunluğu oluşturup hükümeti kuranlar da bu durumda ‘karşıdevrimciler’ sayılıyor.
Demek ki CHP kazansaydı, ‘devrimciler’ kazanmış olacaktı, dolayısıyla Türkiye bu duruma düşmeyecekti. (Konunun net anlaşılması için, tamamen Zülfü Livaneli cümleleri kullandım.)
Diskur şu: Her şey 1950’den sonra bozuldu. 1950’de demokrasi geldi ve devrimler tamamlanamadığı için Türkiye geriye gitti. 1950 öncesi sütlimandı. Herkes mutluydu. Düşünce ve inanç özgürlüğü konusunda yüksek bir standart vardı.
Bakalım öyle miydi?
Hayır, Nazım Hikmet, Arif Oruç, Rıfat Ilgaz, Sabahattin Ali bahsine girmeyeceğim. Nazım’ı zindanlarda çürüten eşhasın Zülfü Livaneli’nin tavsifindeki ‘devrimciler’ olduğu konusuna da girmeyeceğim. Bazı ‘Çılgın Türkler’in Arif Oruç’a yapmış bulunduklarını da yazmayacağım. Sadece küçük bir iktibasta bulunacağım:
‘Dünyaca malum olmuştur ki, bizim devlet idaresindeki ana programımız, CHP programıdır. Bunun kapsadığı prensipler, idarede ve siyasette bizi aydınlatan ana hatlardır. Fakat bu prensipleri gökten indiği sanılan kitapların dogmalarıyla asla bir tutmamalıdır. Biz ilhamlarımızı gökten ve gaipten değil, doğrudan doğruya hayattan almış bulunuyoruz.’
Tek parti döneminde ‘din’e bakışı özetleyen bu satırların altında, kimin olabilir, elbette Millî Şef İnönü’nün imzası var... (Vaktimiz ve sabrımız olsaydı, ‘Devlet idaresindeki ana program niçin CHP’nin programı olsun?’ konusunu da tartışırdık. Demek ki, statükonun yara almaması için elinden geleni ardına koymayan CHP’nin kurumsal şımarıklığı buralara dayanıyor.)
Millî Şef, ‘gökten indiği sanılan kitapların dogmalarıyla’ ülke idare edilemeyeceğini söylüyordu, haklıydı da, ama devletin prensipleri olarak hayata geçirilen ‘altı ok’un süreç içinde dogmalaşıp (dinselleşip) ‘kutsal’ birer umdeye dönüşmesine de itiraz etmiyordu.
Bugünküler de itiraz etmiyor.
Tek parti döneminde ‘din’ yalnızca kamusal alanda değil, özel mülkiyet alanlarında da ‘belirleyici’ olmaktan çıkarılmıştı. Özgürlük yoktu. Farklı seslere tahammül yoktu. Azınlık hakkı diye bir şey yoktu. Farklı düşünceler (Nazım Hikmet ve Kemal Tahir örneğinde olduğu gibi) ağır hapisle cezalandırılıyordu. Bazen de kafası odunla parçalanıyordu. Bkz. Sabahattin Ali.
Bütün kötülüklerin başladığı tarih olarak 1950’yi (yani demokrasinin başladığı yılı) gösterenler, bence bakışlarını 12 yıl süren Millî Şef devr-i saadetine ‘61 Konvansiyonu’na doğru da derinleştirsinler.
Derinleştirsinler de, Başbakan asıp güya demokrasiyi kurtaranların, 1961’de yaptıkları anayasayla siyaset üzerindeki ‘militer’ görünürlüğü nasıl kurumsallaştırdıklarını görsünler.
30.09.2006

Asker konuşur mu?
Güneri CİVAOĞLU - Milliyet
Genelkurmay Başkanı Org. Büyükanıt'ın pazartesi günü İstanbul Harp Akademileri'nde yapacağı anons edilen konuşma daha şimdiden tartışılıyor. 9. Cumhurbaşkanı Demirel'in söylemiyle bu "doğmamış çocuğa don biçmektir."
Büyükanıt Paşa'nın ne söyleyeceğini bilmeden eleştirmenin ve buna demokrasi skalasında yer aramanın anlamı yok.
........................
"Anayasa'ya göre askerin konuşacağı meşru platform, Milli Güvenlik Kurulu'dur. Sadece orada konuşabilir" diyenler var.
Oysa...
Komutanların konuşabileceği başka meşru platformları da görebilmek gerek.
Geleneklere göre, Kuvvet Komutanları, Harp okullarının ilk öğrenim gününde ilk dersi verirler. Kara Kuvvetleri Komutanı, Kara Harp Okulu'nda... Deniz Kuvvetleri Komutanı, Deniz Harp Okulu'nda... Hava Kuvvetleri Komutanı, Hava Harp Okulu'nda ilk dersleri verirler. Genelkurmay Başkanları da Harp Akademileri'nde...
Genç subay adaylarına ve subaylara bu ilk dersler, demokrasi dışı ve gayri meşru platform mudur?
Kim bunu iddia ederse, aklından zoru var diye bakılır.
........................
Bu ilk derslerin ya da açılış konuşmalarının konusu, "Atatürk ilkeleri ve devrimleri, ülkenin ulusu ve ülkesiyle bölünmez bütünlüğüdür, Türk subayının bu değerleri savunmak ve korumakla görevli olduğudur."
Askere bu görev, TBMM tarafından kabul edilen, cumhurbaşkanı tarafından onaylanarak Resmi Gazete'de yayımlandıktan sonra yürürlüğe giren yasayla verilmiştir.
Yasanın verdiği görevi anlatmak mı gayri meşrudur?
Elbette bu değerler üzerinde konuşurken potansiyel tehlikelere de işaret etmek zorunludur.
"İrtica" ve "ülkenin bölünmesi" amaçlı odaklar ve tezgâhlar, altı çizilerek, vurgulanarak anlatılmalıdır.
Rahatsız olmak değil, bu söylemleri benimsemek ve desteklemek gerekir.
Dünyanın hangi ülkesinde komutanların askeri yüksekokullarının açılışında yaptıkları konuşmalar, verdikleri "ilk dersler" rahatsızlık yaratır ki?..
.........................
Türkiye'de, olayı demokrasi açısından irdeleyenlerin bazıları kendilerine özgü yorumlarıyla samimi olabilirler.
Ama...
Meşru platformda meşru ilk derslere ve açılış konuşmasına tepki koyanların arasında "açık kriptolar" olduğu da bir gerçek.
Yani... Kendilerini "gizlenmiş" sanan ama temel değerleri kundaklayan arızalı kişilikleri açığa çıkmış kimilerinin rahatsızlığından söz ediyorum.
........................
Komutanların ilk üçünün konuşmalarını izledim. Ulusun çok büyük çoğunluğundaki inançlar, görüşler ve tepkilerle örtüşüyor.
2006 sonbaharı Türkiye'sinde kim irticadan kaygı duymuyor?..
Bölücü terörden ve bölücü tezgâhlardan kim rahatsız değil?..
Kim Pontus, Süryani, Ermeni kıyımının kabul edilmesini içine sindirebilir?..
Kim şu aşamada Güney Kıbrıs'ın devlet olarak tanınmasına, Ada'daki Türk askerinin en kısa sürede çekilmesini isteyenlere "EVET" diyebilir?
Bunları sadece komutanlar mı söylüyor?
Hayır.
Medya, siyaset, akademik çevreler, sivil toplum örgütleri... Hepsi aynı çizgideler.
Kaldı ki... Bu ülkenin savunmasını ve kaderini omuzlayacak subay adayları ve kurmay adayı genç subaylar, elbette siyaset ufuk turunu yapabilecek bir vizyona sahip olmalıdırlar.
......................
Ancak... "Dikkat çekmek istediğim" bir duyarlılık var...
AB, Türkiye'ye "HAYIR" diyemiyor, ama Türkiye kamuoyunda AB'ye "HAYIR" psikolojisini oluşturacak tahrikleri yoğunlaştırıyor kuşkularını vermekte.
Bu oyuna gelmemek gerek.
AB'den, özellikle "türban" konusunda yeşil ışık bulamayan AKP de acaba AB'yi gerçekten istiyor mu?
Sağduyusuna tanık olduğum, Org. Büyükanıt başta olmak üzere, komutanların, AB konusundaki üsluplarında bu iki "duyarlılık", belki nüanslar üretecek noktalama işaretleri olabilir.

Temel’in mezar taşındaki yazı
Şükrü KIZILOT skizilot@yaklasim.com

TEMEL hastalanmış. Eşine, çocuklarına ve yakınlarına "Uşaklar, hastayum. Kendimi iyi hissetmeyrum" demişse de onları bir türlü inandıramamış.
Temel bakmış kimse inanmıyor, kendine göre hazırlığını yapmış hatta mezarını bile hazırlatmış.
Bir süre sonra, Temel’in durumu ağırlaşmış ve ertesi gün ölmüş.
Ailesi ve yakın dostları, cenazeyi defnederken, Temel’in yaptırdığı mezarı ve mezar taşındaki şu yazıyı görmüşler;
"Size hastayum, hastayum dedim, bir türlü inandıramadum. Nasıl, şimdu inandinuz mu?"
SON VERGİ VE ZAMLAR
İlk kez geçen yıl, ardından da son bir aydır "Belediye gelirlerini artırmak için, yeni vergi ve harçlar ile mevcutlara zam geliyor" diye yazdık. Her yazdığımızda ya da TV’de açıkladığımızda, Maliye Bakanı ya da ilgili bürokratlar "Yok böyle bir şey. Yeni vergi de zam da yok. Bunlara inanmayın!" diye açıklamalar yaptılar. Hatta Maliye Bakanı bir ara dayanamayıp "Şükrü Hoca ekonomi yerine magazin haber yazıyor" diye açıklama bile yapmıştı . Ardından da "Emlak Vergisi her yıl enflasyon oranında artar. Enflasyona uyum için yeniden değerlendirilir." diye devam etmişti (Bkz. 11 Eylül 2005 tarihli Akşam).
Evet, şimdi bakıyoruz; "magazin haber" denilenler; vergi, harç ve zam olarak açıklandı. Demek ki yeni vergi, harç ve zamların kod adı "magazin haber" imiş!..
Tasarı Bakanlar Kurulu’nca imzalanıp, Meclis’e sevk edildi. Şu anda gök gürlüyor, yakında vergi, harç ve zam yağmuru başlayacak...
Örneğin, 2007’de hem emlak vergisi değeri artacak hem de emlak vergisi oranı yüzde 50 artırılacak (Tasarı Madde 8 ve 13). Daha net bir açıklama ile ödenecek vergi, yüzde 5 olarak açıklanan, 2007 enflasyon hedefinin 12 katı yani yüzde 1.200’ü kadar artacak. Hatta daha fazla... (Emlak Vergisi 19 milyon vatandaşı ilgilendirdiği için, en son durumu ve "emeklilere yönelik vergi sürprizini", gelecek hafta ayrı bir yazı konusu yapacağız).
O KADAR ÇOK Kİ..
Geçtiğimiz cumartesi, yeni gelecek vergileri, harçları ve vergi artışlarını tek tek açıkladık ve ilgili maddeleri de, parantez içinde belirttik.
İki gün önce de diğer gazeteler;
- Vatandaş sıkılmış limondan beter olacak (Gözcü),
- Sağa dön vergi, sola dön vergi (Vatan),
- Çocuk doğdu, fistan biçildi (Sabah),
Gibi ilginç başlıklarla, yeni vergi ve zamları açıkladılar.
Bu arada, Okan Müderrisoğlu ve Bülent Aydemir’in haberinde; Maliye Bakanı, İl Özel İdareleri ve Belediye Gelirleri Kanun Tasarısı ile yeni vergiler getirildiği haberine "Doğmamış çocuğa fistan biçiyorlar. Yok öyle bir şey" diyerek karşı çıkmıştı. Ancak TBMM’ye ulaşan ve Unakıtan’ın da imzasını taşıyan, tasarıda, vatandaşa yeni mali yükler getirildiği belirtiliyor. Demek ki "çocuk doğdu fistan da biçildi", diye yazmışlardı.
ACI BİR GERÇEK
Bu aşamada, ülkemizde yaşanan acı bir gerçeğe dikkati çekmek istiyoruz.
Örneğin, yeni vergiler ve harçlar getirilmek isteniyor. Mevcutlara artış yapılması öngörülüyor. Bununla ilgili olarak da bir tasarı taslağı hazırlanıyor. Vatandaşı çok yakından ilgilendiren yeni vergi ve harçları, zamları yazıyoruz. Ne gibi etkileri olacağını belirtiyoruz.
Ardından yetkililer "Yok böyle bir şey", "Bunlar magazin haberi", "Doğmamış çocuğa fistan biçiliyor" gibi benzetmelerle, aslında yazdıkları doğru olan kişileri yalanlıyorlar. Halk da aldığı terbiye gereği, bu açıklamayı yapan Devlet adamına, bürokratına inanıyor. Doğruyu yazan hakkında da "Uydurma haber yazıyormuş" diye düşünüyor.
Sonra... Gerçek ortaya çıkıyor. Ne bir özür dilemek var ne de mahcubiyet... Bu yeni bir olay değil. Yıllardır aynı filmi izliyoruz.
Çocukken okuduğumuz, koyunları kurdun yediği "yalancı çoban" öyküsü vardı. Büyüdük, benzer masallar hálá anlatılıyor. Ancak o öykünün sonu hiç de iyi değildi...

Açıklama ve yanıt...

ÖNCE Anayasa Mahkemesi’nin açıklaması:
"Hürriyet Gazetesi’nin 28 Eylül 2006 Perşembe günlü sayısının 3. sayfasında yer alan "Hukukun Bittiği Yer" başlıklı makalenizde; 5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanunu’nun bazı bölümlerinin iptali istemiyle açılan davanın iki yıl geçmesine karşın sonuçlandırılmadığı, Ankara Büyükşehir Belediyesi tarafından Anayasa Mahkemesi’ne yeni bir hizmet binası yapılmak üzere daha önce ’yeşil alan’ olarak ayrılan bölgeden arazi tahsis edildiği, bu nedenle de Yasa’nın görüşülmesinin geciktirildiği belirtilmiştir. Gerçeği yansıtmayan bu yazınızla ilgili aşağıdaki açıklamayı yapma zorunluluğu doğmuştur.
1- Anayasa Mahkemesi’ne yeni hizmet binası yapılmak üzere tahsis edilen Ankara/Çankaya ilçesi Ahlatlıbel Yalıncak Köyü mevkiinde bulunan ve imarın 27012 ada ve 2 nolu parselindeki 63826 metrekare yüzölçümlü arazinin mülkiyeti PTT Genel Müdürlüğü’ne aittir. Anayasa Mahkemesi’nin halen kullandığı Çankaya/Simon Bolivar Caddesi’ndeki hizmet binası PTT Genel Müdürlüğü’ne verilmiş, karşılığında Maliye Bakanlığı’nın 31.08.2006 gün ve B.07.MEG.0.8/3307-16690-954 sayılı oluru ile trampa usulü kullanılarak belirtilen arazi Mahkememizce tahsis edilmiştir.
2- Anayasa Mahkemesi hizmet binası yeri olarak tahsis edilen bu arazi 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 18. maddesi kapsamında oluşturulan bir yeşil alan olmadığı gibi 81097 No’lu parselasyon planında PTT Genel Müdürlüğü adına tescilli bir imar parselidir.
3- Büyükşehir Belediyesi Meclisi’nin 16.6.2006 gün ve 1457 sayılı kararı ile sözkonusu arazi ’Ahlatlıbel Kentsel Dönüşüm ve Gelişim Projesi’ kapsamına alınarak işlemlerin hızla yürümesi için Anayasa Mahkemesi’ne hizmet binası alanı ilan edilmiştir.
4- 5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanunu ile 5393 sayılı Belediye Kanunu’nun Kentsel Dönüşüm Alanı ilanını düzenleyen maddeleri hakkında Anayasa Mahkemesi’ne iptal için açılmış bir dava bulunmamaktadır.
5- Anayasa Mahkemesi yeni hizmet binasının inşaatına ilişkin tüm yasal işlemler tamamlanarak temel atma aşamasına gelinmiştir.
6- 5216 sayılı Büyükşehir Belediye Kanunu’nun bazı maddelerinin iptali için açılan davanın Mahkememizin hizmet binasının yapımıyla ilgilendirilmesi üzüntüyle karşılanmıştır. 5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanunu dışında, 5393 sayılı Belediye Kanunu ve 5302 sayılı İl Özel İdaresi Kanunu’nun bazı bölümleri hakkında açılmış iptal davaları bulunduğundan yasaların birbiriyle bağlantıları nedeniyle belirtilen üç yasanın bir bütünlük içinde aynı zamanda görüşülmesi amaçlandığından konuların oldukça kapsamlı olması ve yürütülen Yüce Divan davaları ile açılmış diğer iptal davalarının yoğunluğu gözetildiğinde Mahkememizin çalışmasında bir aksama sözkonusu değildir.
7- Yazınızda da belirtildiği gibi hukuk devletinin vazgeçilmez kurumları arasında yer alan Anayasa Mahkemesi hakkında gerçekle ilgisi olmayan ve yeterli bilgi sahibi olmadan yönetilen isnatlar kurumumuzu yıpratacağı gibi kamunun düzenini sarsıcı sonuçlar doğuracağından yazılarınızı daha özenli ve sorumluluk anlayışı içinde kaleme almanızı ve gönderilen bu açıklamayı köşenizde yayınlamanızı rica ederim.
Tülay TUĞCUAnayasa Mahkemesi Başkanı"
*
Açıklama böyle.
Bir; o alan belediyenin 11.09.1991 gün ve 246 sayılı kararından bu yana "Ağaçlandırma alanı" idi.
(Benim "Yeşil alan" demem, ağaçlar mor olmadığı içindir.)
Anayasa Mahkemesi’nin yazılı istemi üzerine Büyükşehir Belediye Meclisi’nin 18.08.2006 tarih ve 2021 sayılı kararı ile "Ağaçlandırma alanı" olmaktan çıkartılıp Anayasa Mahkemesi’ne bina izni verilmiştir. Kendi dosyalarındaki belgeler bulunamadıysa kararları gönderebilirim.
İki; asıl önemlisi, Anayasa Mahkemesi’nin masalarında 2 sene 2 aydır bekletilen ve belediyelere "padişah yetkisi" veren yasa doğrudan rejim ile ilgilidir.
Çünkü; iktidar yukarda "demokratçılık" oynarken, Cumhurbaşkanı’nın, yüksek yargıçların, komutanların son günlerde endişe duyduklarını açıkladıkları yıkıcı-bölücü akımlar, bu yasaların donattığı kimi belediyeler eliyle yapılmaktadır.
Bunu önlemek için Anayasa Mahkemesi’ne gidilmiştir ama Anayasa Mahkemesi 2 sene 2 aydır karar verememiştir.
Üç; ben Anayasa Mahkemesi’ni yıpratmak istemem. Ama geciken hukuk hukuk değildir. Anayasa Mahkemesi’ni asıl yıpratan (kararları geri işlemediği için) arkasında hukuk dışı binlerce uygulama bıraka bıraka gelen işleyişidir.
İş işten geçtikten sonra alınan kararlar... Karar alıp gerekçesini (gerekçesiz karar uygulanmıyor) seneye yazmalar... Açıklamada "iş yoğunluğundan" söz edilse de Başkan ve üyelerin durmadan yurtdışı seyahatleri...
İşte; Hükümet’in 1,5 ayda hazırladığı, Meclis’in iki-üç gecede görüştüğü, ama Anayasa Mahkemesi’nin 2 sene 2 ayda anayasaya uygunluğuna bakamadığı bu son örnek.
En yüce mahkeme bunu yaparsa...
Ben o yazımın sonundaki o soruyu sormaz mıyım:
"Hangi taşa vuracağız başımızı?.."

1950’den bu yana tarikatların intikamı
Özdemir İNCE oince@hurriyet.com.tr

14 Mayıs 1950’den sonrasının "Karşı Devrim Dönemi" olarak adlandırılmasına sağcı yazarlar ile II. Cumhuriyetçiler pek bozuluyorlar.
Demokrat Parti iktidarı güya statükoya karşı çıkmış, demokrasiyi getirmiş. Demokrat Parti için söylediklerim, tuhaftır, bu parti için ciddi bir inceleme yazılmadığı için kimilerine abartılı geliyor.
Avukat dostum Şevket Çizmeli’nin incelemeleri yayınlandığı zaman, Demokrat Parti ve Adnan Menderes konusunda yazılmış bütün haciyografi kitaplarının ipliği pazara çıkacak.
* * *
30 Ekim 1925 tarih ve 677 sayılı yasanın günümüz Türkçesi ile metni şöyle:
"Türkiye Cumhuriyeti içinde, gerek vakıf suretiyle gerek mülk olarak şeyhin yönetimi altında, gerek başka şekillerde kurulmuş bulunan tüm tekke ve zaviyeler; sahiplerinin, diğer şekillerde haklarını kullanarak sahiplenmeleri devam etmek üzere tamamı kapatılmıştır. Bunlardan; yasal düzenlemelere uygun olarak, cami veya mescit şeklinde kullanılanların faaliyeti sürer."
"Genel olarak tarikatlarla, şeyhlik, dervişlik, müritlik, dedelik, seyyitlik, çelebilik, babalık, emirlik, naiplik, halifelik, falcılık, büyücülük, üfürükçülük ve bilinmeyenden haber verme ve isteğine kavuşturmak amacı ile nishacılık (muskacılık) gibi unvan ve sıfatların kullanılması ile, bu unvan ve sıfatlara hizmet görmek ve/veya kıyafeti giymek yasaktır."
"Türkiye Cumhuriyeti içinde, padişahlara ait ya da bir tarikata veyahut çıkar sağlamaya yönelik olanlarla tüm sair türbeler kapatılmış, türbedarlıklar kaldırılmıştır. Kapatılmış olan tekke ve zaviyeleri ya da türbeleri açanlar veyahut bunları yeniden kuranlar veya tarikat ayini yapmak için geçici bile olsa yer verenler ve yukarıdaki unvanları taşıyanlar ya da bunlarla ilgili hizmetleri yapanlar veyahut kıyafetleri giyenler, üç aydan eksik olmamak üzere hapis ve elli liradan az olmamak üzere para cezası ile cezalandırılır."
İslamcıların, şeriatçıların ve daha genel olarak bütün sağcı partilerin "Dini yasakladılar, camileri kapattılar, dindarları taciz ettiler" safsatasıyla karşı çıktıkları yasayı okudunuz. Yasanın iddia ve yalanlarla herhangi bir ilişkisi var mı?
Yasa 1950’ye kadar titizlikle uygulandı. Günümüz İslamcı alimleri ile saf laik bilginlerinin yorumlarına göre bu yasaklamalar, tarikatların yeraltına girmesine yol açtı. Doğaldır, yasaklamalar bütün fesatların yeraltına inmesine yol açar.
Demek ki tarikatlar 1925-1950 arasında yeraltında yaşamışlar. İslamcılığın karanlık-aydınlık dönemi!
Ancak Demokrat Parti’nin kuruluş yılı olan 1946’dan itibaren Adnan Menderes ve arkadaşları, başta Nakşbendiyye (Nakşibendilik) tarikatı olmak üzere ileri gelen tarikat şeyhleriyle ilişki kurdular, vaatlerde bulundular.
İktidara gelir gelmez Arapça ezanı serbest bırakmalarının, 677 sayılı yasanın uygulamalarını rafa kaldırmalarının nedeni budur.
* * *
677 sayılı yasayı uygulattırmamalarının bedeli olarak, tarikatlar 1950’den bu yana muhafazakár ve İslamcı partilere oy vermekte ve böylece Cumhuriyet’ten intikam almaktadırlar. Yasaların uygulanmaları önemlidir. Şu anda 677 sayılı yasa fiilen "yok"tur. Bunun en büyük kanıtı ise İstanbul’daki Fatih/Çarşamba bataklığıdır.
Yüzde yirmi beşlik oy kitlesinin birkaç ay içinde yüzde ikiye düşebilmesinin nedenini hiç düşündünüz mü? Karpuz gibi bir kamyondan öteki kamyona göçmesini?..
(Devam edecek)

Kolay şöhret yaratan madde!
Ruhat Mengi (30.09.2006) - Vatan
Kimseye karşı bir önyargım, sebepsiz bir kişisel tepkim olamaz, bugüne kadar da olmamıştır. Bu nedenle Elif Şafak, Orhan Pamuk, Halil Berktay, Taner Akçam, Fatma Müge Göçek gibi “bir grup oluşturarak Türkiye’nin tarihini yalanlayan ve kendi tarihlerini yazanlarla” ya da belli çıkarlar karşılığı Türkiye’yi kötüleyen bazı şahıslarla ilgili açıklamalarım asla bir önyargı değil, sadece gerçeklerin duyurulması amacını taşır.
Zülfü Livaneli birkaç gündür TCK’nın 301. maddesi ile ilgili yazılar yazmakta... Dün Adalet Bakanı Cemil Çiçek yazımla ilgili olarak beni aradı, onunla 301 hakkında konuştuk. Sonra Livaneli’nin “Adalet Bakanı ile 301 üzerine sohbet” başlıklı yazısını okudum. Bu maddede “Türklüğü aşağılamak” tanımının “Türk ulusunu” şeklinde değiştirilmesi isteğini tekrar vurgularken şöyle diyor:
“Bazı Türklerin, başka bazı Türklere, Türkleri nasıl koruyacaklarını öğretmesi anlamsız (...) Ezici çoğunluğu Türk olan bir ülkede Türklüğü savunmak esaslı bir marifet sayılmaz.”
301. maddede Zülfü Livaneli’nin önerdiği gibi bir değişikliğe “her ikisi aynı anlama gelir” diyenler de dahil olmak üzere fazla itiraz eden çıkmayacağını sanıyorum. Ben de etmem (özellikle de bu durum bazı isimler tarafından kullanılıp “kolay şöhret yaratan madde” haline getirildiği, Türkiye’nin imajına zarar verildiği için etmem) ama Türk ulusuna ve Türk devletine bile bile, kasıtlı olarak, çıkar uğruna hakaret eden, tarih uzmanı olmadığı ve yeterli incelemeyi yapmadığı halde ülkeyi bugün AB ve uzun yıllardır Türkiye aleyhinde faaliyetlerini yürüten Ermeni diasporası karşısında haksız yere zor durumda bırakanlara hiçbir yaptırım olmamasına da karşıyım.
YAHUDİ SOYKIRIMININ YANINA
Bunun ifade özgürlüğüyle filân alakası yok. Olsaydı Hollanda, İsviçre ve tabii Fransa önünü bu kadar boş bulamazdı. Fransa’nın son numarası; “Ermeni soykırımının Fransız Ceza Kanunu’nun Yahudi soykırımını inkârı cezalandıran maddesi kapsamında işlem görmesi ve soykırımı inkâr edenlerin 1 yıl hapis ve 45 bin Euro para cezasına mahkûm edilmelerini” isteyen yasa teklifini 12 Ekim’de Meclis gündemine taşımak.
Buyrun, Hollanda’daki “üç Türk adayı listeden çıkarma” küstahlığından sonra şimdi de bu cüret... (Devam edecek)

Yeni milletler mi? (2)
Gündüz Aktan - Radikal
Kendi kaderini tayin hakkı I. Dünya Savaşı sonrasında Osmanlı ve Avusturya-Macaristan imparatorluklarının dağılmasıyla sonuçlandı. Sovyetler'in Soğuk Savaş sonunda dağılmasını da aynı ilkeye bağlamak mümkün. Bu ilke II. Dünya Savaşı sonunda eski sömürgelerin de bağımsızlıklarını kazanmalarına yol açtı. Sıra artık ulus-devletlere geliyor.
Bu tehlikeyi sezen BM Genel Kurulu, 2625 (1970) sayılı Uluslararası Hukuk Bildirgesi'nde, ulus-devlette kendi kaderini tayin hakkının nasıl kullanılacağını saptadı. Buna göre, 'Halkını temsil eden bir hükümetin bulunduğu bir ülkenin toprak bütünlüğü ve siyasi birliğini bozacak hiçbir eyleme izin verilmiyor'. Yani demokrasilerde bölücü kendi kaderini tayin hakkı yok. Buna karşılık etnik gruplara ayrımcılık yapılmaması hükme bağlanıyor.
Bu ilkeye karşı çıkan ve ayrılmak amacıyla terörizme başvuran grupları tatmin etmek için, 'ülke içi' kendi kaderini tayin hakkı yani otonomi ve federasyon gibi kendi kendini yönetme seçeneği geliştirildi. Bu henüz hukuk belgelerine girmemiş olan öneri, tam bağımsızlık isteyen etnik gruplara yine de yetmiyor.
Öte yandan Yugoslavya ve Sovyetler Birliği'ni oluşturan federe devletlerin ülke içi sınırlara göre bağımsızlık kazanmış olmaları, 'kendi kendini yönetme' yönteminin, bir süre sonra bölücü kendi kaderini tayin hakkına dönüşebileceğini gösteriyor. Bu durumda 2625 sayılı Bildirge'nin olduğu gibi yorumlanması, yani demokrasilerde bölünmeye yol açacak hiçbir çözümün kabul edilmemesinden başka seçenek bulunmuyor.
Uluslararası toplumun, kendi kaderini tayin hakkının ulus-devletleri bölmesine karşı çıkmaması, giderek, millet olma niteliği daha az olan, hatta hiç bulunmayan grupların bağımsızlık mücadelesine girmesini teşvik ediyor. Bir yandan dış politika hesapları, öte yandan Batı'daki insan hakları STK'larının hemen her etnik grubu devlet sahibi olmaya layık görüp desteklemesi bu süreci hızlandırıyor. Silaha başvuran grupların bastırılmasının yarattığı insan hakları ihlalleri, devletlerin parçalanması amacıyla kullanılıyor.
Karl Deutsch'un 1960'larda savunduğu modernleşme yani sanayileşme, kentleşme ve eğitim sonucu etnik grupların çoğunluk gruplarla bütünleşeceği görüşü terk edildi. Connor etnik çatışmada, dil, din, gelenek ve ekonomik eşitsizlik gibi etnik ortak paydalardan ziyade, 'biz ve onlar' kimlik farkının rol oynadığını buldu. Gellner ve Hobsbawn ulus yaratmak için etnisitenin gerekmediğini, ulus-devletlerin kapitalist ekonomik amaçlarla oluşturulduğunu savundular. Nihayet Anderson ulusların 'muhayyel toplumlar' olduğunu vurguladı.
Bu temelsiz teorik savrulma ortamında, etnik gruplardan ulus inşa etmek bir tür uluslararası mühendislik pratiğine dönüştü. Ortak dil, din, tarih ve kader duygusu yani ulus olma kültürü bulunmayan, bu nedenle de bugüne kadar uluslaşamamış topluluklar kendilerine acele kurucu mitolojiler uydurmaya, çoğunluklarla aralarındaki 'büyük' farklılıkları keşfetmeye başladılar. Birçok Batılı çevrenin, terörizme başvursa dahi, hatta terörist mücadeleye giriştiği için, bu etnik grupların kimliklerini hemen tanımaları, uluslaşma ve devletleşme çabalarını cesaretlendirdi.
Cenevre Sözleşmeleri'ne ek 1977 tarihli I. Protokol, kendi kaderini tayin için yapılan mücadeleyle ilgili. Sömürgeciliğe karşı mücadele eden halklara sempati duyulan bir dönemde hazırlanan bu belge, terörizmle etkin mücadeleyi zorlaştırıyor. Amerika'nın 'hukuk dışı savaşçı' kavramını geliştirmesi, teröristlerin bu hukuk çerçevesinde yararlandıkları hakları sınırlamayı amaçlıyor. Ama savaş hukukunun sivil öldürmeye dayalı terörist savaş tarzını tümüyle yasaklamaması halinde, terörizmle mücadele başarılı olmayabilir.
Uluslararası düzlemde terörizmle mücadele için demokrasilerde bölücü kendi kaderini tayin hakkının reddedilmesi, terörizme dayalı savaş tarzının yasaklanması ve tarihte devletleşmemiş grupların bağımsızlıklarının desteklenmemesi gerekiyor.
Yoksa ufuktaki kaos sadece güçsüzleri değil, güçlüleri de yutacak.

Organ ve doku nakli yasal mıdır?
Zuhal KIZILOT -Star
zkizilot@yaklasim.com
Star okurları hatırlayacaklardır; gazetemiz yazarlarından Prof. Dr. Faruk Beşer’in Çarşamba günkü yazı dizisinde, ‘Organ Nakli Caiz Midir’ sorusunun cevabı verildi. Sayın Beşer, bu soruyu; ‘organ naklinin belli şartlar altında kısmen caiz olduğundan bahisle; kişinin, vücudundan bir parça vermesinin, vücudun o parçayı yeniden tamamlayabildiği ölçüde caiz olduğu, organı vermesi durumunda kişi ölecekse, caiz olmadığı’ şeklinde cevaplandırdı. Tahmin ettiğiniz gibi soru, din kuralları açısından ele alındı.
Yazıyı okuduğumda, bu konunun bir de hukuki açıdan değerlendirilmesi gerektiğini düşündüm. Hukuki yönden sorulması gereken soru, ‘Organ ve Doku Nakli Yasal Mıdır’ oldu.
Yasal düzenleme
Organ ve doku nakline ilişkin soru ve sorunların çözüme kavuşturulabilmesi için şu an yürürlükte olan bir mevzuat var: 2238 sayılı ‘ORGAN ve DOKU ALINMASI, SAKLANMASI, AŞILANMASI ve NAKLİ HAKKINDA KANUN’
Tedavi, teşhis ve bilimsel amaçlarla organ ve doku alınması, saklanması, aşılanması ve nakli bu kanun hükümlerine göre yapılabiliyor.
Yaş sınırı ve muvafakat
Yaşayan kişilerden organ ve doku alınabilmesi için 18 yaşını doldurmuş ve mümeyyiz (yani temyiz kudretine sahip) olma şartı aranıyor. Aksi halde organ ve doku nakli yapılması mümkün değil.
Bunun yanı sıra organ ve doku verecek olan kişinin, en az iki tanık huzurunda açık, bilinçli ve hiçbir tesir altında kalmadan, önceden verilmiş yazılı ve imzalı veya en az iki tanık önünde sözlü olarak beyan edip imzaladığı tutanağın, doktor tarafından onaylanması gerekiyor.

Doktorların yükümlülüğü
Organ ve doku naklini gerçekleştirecek olan doktorların da yerine getirmek zorunda oldukları, birtakım yükümlülükler var.
Doktorlar, organ ve doku verecek olan kişiye, ayrıntılı ve anlaşılır bir biçimde, organ ve doku alınmasının yaratabileceği tehlikeleri, yapılacak bu işlemin tıbbi, psikolojik, ailevi ve sosyal amaçları hakkında bilgi vermek zorundalar. Verilen bilginin, ayrıntılı ve anlaşılır olması, vericinin doğru kararı verebilmesi için çok önemli.
Verici, organ ve doku nakli ile alıcıya, ne gibi faydalar sağlayacağı konusunda aydınlatılmalı.
Vericinin evli olduğu durumlarda, eşinin, bu durumdan haberdar olup olmadığı araştırılmalı, bildiği bir tutanakla tespit edilmeli.
Doktorlar ayrıca herhangi bir çıkar karşılığı ya da insancıl bir amaca uymayan bir düşünceyle verilmek istenen organ ve dokuların alınmasını reddetmek zorundadırlar. Takdir edersiniz ki bu, bütün doktorların olmazsa olmaz ‘Hipokrat’ yemini ile de bağdaşmayan bir durum.

Yasak olan organ ve doku nakli

Yapılacak organ ya da doku nakli, vericinin yaşamını sona erdirecek veya tehlikeye sokacak şekilde ise buna izin verilmiyor.
Organ ve doku naklinden önce hem vericinin hem de alıcının sağlık durumunun gerekli tıbbi inceleme ve tahlillerden geçirilmesi gerekiyor. Hatta bu konuda bir rapor tanzim ediliyor. Bu rapor doğrultusunda da gerçekleştirilecek nakil işleminin, gerekli ve yeterli uzman personele, araç ve gerece sahip sağlık kurumlarında yapılması gerekiyor.
Yasal işlemin cezası
Yazımızın buraya kadar olan bölümünde açıklamaya çalıştığımız kurallara aykırı şekilde organ ve doku alan, saklayan, aşılayan ve nakledenler ile bunların alım satımını yapanlar, alım-satıma aracılık edenler veya bunun komisyonculuğunu yapanlar hakkında, fiil daha ağır bir cezayı gerektirmediği takdirde iki yıldan dört yıla kadar hapis ve 50.000 liradan 100.000 liraya kadar ağır para cezası uygulanıyor.
Bu para cezaları hiç de caydırıcı değil açıkçası.
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu hükümlerini gözden geçirdiğimizde ‘organ veya doku ticareti’ başlıklı 91. maddesinde; ‘hukuken geçerli rızaya dayalı olmaksızın kişiden organ alan kimsenin beş yıldan dokuz yıla kadar, suçun konusunun doku olması durumunda ise iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası hükmolunacağı’ ifade ediliyor.
Görüldüğü gibi organ ve doku nakli hukuka uygun olmazsa çok ciddi sorunlar ortaya çıkabilir.
30.09.2006

Basında Yargı Haberleri ... [ web erisim : http://30Eylul2006.blogspot.com ]

Canım Babam Hasan ÖZDERİN in Aziz Hatırasına,

( 13 Aralık 2004 – Söz Eylemini Yitirdi...)

OZDERIN,M.

msn: ozderin@hotmail.com

0 Comments:

Post a Comment

<< Home